Ahlat’ı anlattığım geçen haftaki yazımı Viyana’dan da kısaca söz ettikten sonra, “Viyana’ya kadar gitmeseydik, buralarda tutunabilir miydik?” sorusuyla noktalamıştım.Doktora çalışması yapan çok bilgili iki genç tarihçinin, Faruk Yeşilçimen ve Yasir Yılmaz’ın rehberliğinde gezdiğim Viyana’da, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki Ordu-yı Hümayun’un uğradığı büyük hezimeti düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Zaten Avusturyalılar, bu muhasarayı ve Polonya Kralı Jean Sobieski sayesinde kazandıkları zaferi unutturmamak için ne gerekiyorsa yapmışlar. Kahramanlar Meydanı’ndaki iki büyük heykelde, atların ayakları altında ezilmiş yeniçeriler tasvir edilmiş. Croissant dedikleri ayçöreği ve Cafe Melange hakkında anlatılan hikâyeler de muhasara hatıralarının sürekli canlı kalmasını sağlıyor. Yürüyerek gezdiğimiz Viyana’da yoruldukça kafelerde kısa molalar verdik ve Cafe Melange içerek muhasarayı konuştuk. Rehberleriniz tarihçiyse Viyana’da başka ne konuşulur ki? Kahveniz Nasıl Olsun adlı kitabımı yazarken, kahvenin Avrupa macerasıyla da ilgilendiğim için Cafe Melange’ın hikâyesini biliyordum. Rivayete göre uyanık bir Polonyalı olan Georg Franz Kolschitzky, Türkçe bildiği için doğulu tüccarlarla batılı tüccarlar arasında tercümanlık yaparmış; muhasara sırasında Viyana’daymış ve yine rivayete göre, Polonyalıların yardıma gelmesinde önemli bir rol oynamış. Osmanlı ordusu hezimete uğrayıp çekilince, geride bıraktıkları ağırlıklar arasındaki beş yüz çuval çekirdek kahvenin ne işe yaradığını da bir o biliyormuş. Viyanalıların deve yemi sandıkları kahvenin, hizmetlerinin karşılığı olarak kendisine verilmesini isteyen Kolschitzky, isteği kabul edilince, o yıl, yani 1683’te Viyana’nın ilk kafesini açıp Türklerden öğrendiği şekilde kahve pişirmeye başlamış. Karntern Caddesi’ndeki kafenin adı Mavi Şişe’ymiş. Fakat Viyanalılar bu acı ve siyah renkli sıvıdan pek hazzetmemişler, ta ki şeker ve süt katıp köpürtünceye kadar... Wiener Melange adını verdikleri bu karışım çok sevilmiş. Zamanla Viyana’da kafeler çoğalmış ve Avusturya hayat tarzının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş. Bir cafe’ler şehri olan Viyana’da halk, günlük hayatının önemli bir kısmını kafelerde geçiriyor; oralarda buluşuyor, yiyip içiyor, misafirlerini ağırlıyorlar. İtalya’da Cappuccino’ya dönüşen Cafe Melange’ın macerası böyle. Espresso ise, aslında, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın ve diğer paşaların, Kahlenberg’de Viyanalıların vire yoluyla teslim olmalarını beklerken kim bilir kaç fincan içtikleri kırk yıl hatırı olan acı kahveden pek farklı bir kahve değil... Yeri gelmişken kaydetmek isterim: 1554 yılında, İstanbul Tahtakale’de ilk kahveyi açan Halepli Hakem’le Şamlı Şems’i bizde uzmanlar dışında kimse bilmez, fakat Kolschitzky’nin adı 4. Viyana’da bir sokağa verilmiş; bu sokaktaki bir binanın köşesinde, Osmanlı kıyafetiyle, kahve güğümünden fincana kahve doldururken tasvir edildiği bir de heykeli var. Merzifonlu’nun kuşattığı tarihi Viyana kalesinin nasıl bir kale olduğunu da merak ediyordum; bu kale, İmparator Franz Joseph tarafından 1850 yılında yıktırılmış ve şehir genişletilmiş. Osmanlı toplarının dövdüğü surlardan küçücük bir parçayı hatıra olarak bırakan Avusturyalılar, bu kalıntının yanına Viyana’nın bir maketini yerleştirmişler. Biraz ileride de dev bir çınar, Osmanlı ordusunun sembolü gibi göğe ser çekmiş. Viyana muhasarasının niçin başarısız olduğu konusunda çeşitli açıklamalar ve yorumlar vardır. Bu yazıyı izninizle Yahya Kemal’in yorumuyla tamamlamak istiyorum. “Tarihte Kaza ve Kader” başlıklı yazısında, Tökeli İmre’nin geliştirdiği ve Merzifonlu’nun derhal benimsediği baştan çıkarıcı bir projeden söz eden Yahya Kemal’e göre, Erdel prensi, bizimle şuursuz bir şekilde dövüşerek Habsburg hânedanı hesabına kanlarını akıtan Macar milliyetçilerini bir araya getirmek ve Budin Beylerbeyliği’nin tabii sınırları dışında, eskilerin Orta Macar dedikleri bölgede bir Macar devleti kurmak istiyordu. Bu devlet Almanlığın istilâsına karşı Osmanlı İmparatorluğu himayesinde bir “état tampon” olacaktı. Tökeli İmre, önce Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’ya sunduğu bu projeyi Merzifonlu’ya kabul ettirmişti. Avusturya’ya sürekli sefer açmaktansa tek ve büyük bir seferle işi bitirmek, Viyana’yı düşürüp Habsburgları kovarak Tökeli’yi Macar kralı olarak tahta geçirmek, Devlet-i Aliyye’nin geleceğini derin bir biçimde etkileyecekti. Viyana’yı aldıktan sonra Tökeli’ye taç giydirip Viyana’yı Macaristan’ın başkenti yapacaktık; o tarihe kadar bizimle uğraşan Macar beyleri birer birer Tökeli’ye tâbi olacaklardı. Macarların sonunda ayrılmaları elbette kaçınılmazdı; ancak varlıklarını korumak için Habsburglarla uzun süre mücadele etmek zorunda kalacakları için Devlet-i Aliyye’ye ihtiyaç duyacak ve ondan öyle kolayca kopamayacaklardı. Bu bize bir hayli vakit kazandırır, üstelik Rusya’yla savaştığımız zamanlarda Avusturya’yı ensemizden uzak tutardı. Yahya Kemal, ondan sonra olabilecekleri şöyle tahmin etmiş: “Viyana’ya 1683 Eylül’ünde girseydik şu son iki buçuk asırlık siyasî, askerî, ictimaî, malî, iktisadî felâketlerimizin lâakal onda sekizi vâki olmazdı ve Rumeli Türklüğü şimdi, lâakal Tuna ve Sava’nın ötesinde kahir bir ekseriyetle hâkim bulunurdu, fikrindeyim. Bu bir tefelsüf değil, siyasî tarihin kıymeti şaşmaz vesikalarının bir hükmüdür.”
↧