Yeni Türkiye; gerek devlet idaresinde gerekse toplum yönetiminde kafası karışık bir görüntü çiziyor.Türkiye yeri geldiğinde dindar, yeri geldiğinde otoriter, yeri geldiğinde demokrat olan bir ülke görüntüsü veriyor. Nereye gideceğine karar verememiş, hangisini uygulayacağı konusunda kafası netleşmemiş, hangisi o esnada işine uygunsa o şekle dönen bir yönetim anlayışından söz etmek mümkün. ‘Kararlarıma karşı itiraz edip de fitne çıkarmayın’ derken dinî, ‘ben kararımı verdim, buna uyacaksınız’ derken otoriter, ‘kararı milletin iradesi olan Meclis verir’ derken de demokrat bir söylemi tercih ediyor. Oysa hem dinî, hem demokratik referansta toplum taleplerinin bir karşılığı vardır. Adil yöneticiler toplumu oluşturan belirli bir kesimin herhangi bir konudaki talebine kayıtsız kalamaz.Kişisel hukukun, kul hakkının devlet eliyle çiğnenmesi ona meşruiyet kazandırmadığı gibi buna itiraz etmek de fitne çıkartmakla açıklanamaz. “Bir kere oy verdin ve ben seçildim. Bundan sonra size düşen şey, alacağım her karara uymaktır. Bunun haklı veya haksız olmasının, demokrasiye ya da insan hukukuna uygun bulunup bulunmamasının bir önemi yok.” denilemez.Her şey gelip devleti yönetme anlayışımızda kilitlenip kalıyor. Devletin nereye kadar gideceğinin, toplumun özel hayatına ne kadar müdahil olacağının sağlıklı ortamlarda tartışılmadığı kanaatindeyim. Dershanelerin kapatılma çabalarını bu müdahaleciliğin bir devamı olarak okumak mümkün. İnsanların neye inanacakları, gönüllerini kime açacakları, hangi inanç grubuyla iletişim halinde olacakları asla devleti ilgilendirmez. Devletin nasıl işleyeceği hukuk ve yasalarla belirlenmiştir. Hukuka uygun taleplerinin memurlar tarafından yerine getirilmediğini düşünüyorsa hükümetin bununla ilgili irade kullanma hakkı vardır. Ancak devletin, her memuru, her düşünceyi, her etnik ya da sosyolojik yapıyı, kendi istediği şeye dönüştürmeye kalkışmasının açıklanabilir bir tarafı olamaz. Bu istek doğrultusunda kimin hangi ülkede hangi dana hissesine girdiği, kimin oğlunun hangi okuldan mezun olduğu, hangi hocaefendinin vaazlarını dinlediği, hangi dershaneden ders aldığı, Kürt mü Türk mü olduğu yönündeki fişlemeler kabul edilemez.Önceki gün Taraf gazetesinde yayımlanan iddialar doğruysa (bu yazının yazıldığı ana kadar haber tekzip edilmedi) Türkiye’nin gittiği yer bir hayli endişe vericidir. Hadi, ‘2004 yılının şartlarında, askerin ve cumhurbaşkanının zorlamasıyla MGK’da toplumun hukuka ve demokrasiye en hassas kesimine, ‘Hizmet hareketine yönelik bir karar alınabilir’ diyelim. Hükümetin genel dik duruşuna uymayan o belgenin imzalanmış olması da belki açıklanabilir. Ancak aynı anlayışla 2013 yılında toplumun önemli kesimlerinin fişleniyor olmasının izahı nedir? Kamuoyunun beklentisi doğrultusunda buna bir açıklama yapılması gerekirken, ‘MGK kararlarını açıklamak, yayınlamak suçtur’ deyip savcıları göreve çağırmak, ülkede demokrasi bekleyen kesimleri bir hayli endişelendiriyor. Hele daha önce bazı gazetelerde kendine yer bulan, “CHP’li ve MHP’li işadamları, ihale verilmemesi için fişlendi.” iddialarında olduğu gibi devlet ekonomik konularda da hiç kimseyi öteleyemez, ötekileştiremez.Devlet erkini kullananlar, hukukun çizdiği gibi bütün vatandaşlara eşit yakınlıkta davranmadığı müddetçe sıkıntı devam edecektir.
↧