Prof. Dr. Yasin Aktay, Bayburt’ta katıldığı panelde, bir soru üzerine “Türk dediğin bir sentezdir; Türk diye bir ırk yok!” demiş. Bunun üzerine tepki gösteren bazı öğrenciler salonu terk etmişler.Herhangi bir sözün bağlamından çıkarılarak farklı şekillerde yorumlanıp söyleyenin aleyhinde kullanılabileceğini çok iyi bildiğim için Yasin Bey’in söz konusu cümlesinin siyak ve sibakına baktım. Söyledikleri, aslında ilk defa söylenmiyor. Daha sonra yaptığı bir açıklamada, İsmet Özel’in görüşlerine atıfta bulunan Yasin Bey’in sözlerinde doğrularla yanlışlar iç içe. Fikirler dile getirilirken üslûba dikkat edilmezse, doğrular üzerinde bile şüpheler uyandırılabilir. “Türk ırkı diye bir ırk yok” sözü aslında pek de yanlış sayılmaz; yüz yıl kadar önce Ziya Gökalp da yeryüzünde saf ırkın bulunmadığını, saf kanın ancak atlarda aranabileceğini ifade ederek Türkçülüğün ırkçılık olarak anlaşılmasını önlemek istemişti. Sentez sözü de doğru; çünkü Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar karışa karışa, yoğrula yoğrula ilerledik ve büyük imparatorluklar kurduk. Asırlar süren bu uzun yolculuk sırasında kanlarımızın, dillerimizin, hatta inançlarımızın birbirine karışmamış olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Ancak Türkçe yaşadığına göre, Türklük karakteristik vasıflarını korumuş ve bu sentezin hâkim unsuru olarak varlığını devam ettirmiş demektir. Bu başarıda İslâm’ın payı da inkâr edilemez. Gökalp’ın “dili dilime, dini dinime uyan” tarifi, bana sorarsanız, geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Hıristiyanlaşan Türklerin -Gagavuzlar hariç- kimliklerini kaybettikleri, eriyip yok oldukları gerçeğini görmezlikten gelemeyiz. Öte yandan Avrupalıların Balkanlarda Müslümanlığı kabul edenlere de Türk oldukları nazarıyla baktıklarını, yani Türklüğün bir kavim, bir ırk olarak değil, inanç dünyası ve kültür olarak algılandığını unutmamak gerekir. Anadolu’yu on birinci yüzyıl sonlarından başlayarak Türkiye (Turchia, Turquie), Osmanlı Devleti’ni de Türk İmparatorluğu (Turcicum Imperium, Turkish Empire) diye adlandıran Avrupalılar. Müslümanlığı Türk kimliğinin belirleyici unsuru olarak görüyorlardı. Bu yılın başlarında bu köşede yayımlanan “Saltukname ve Türklük” başlıklı yazımda aynı meseleyi ele almış, atalarımızın da Türklükle Müslümanlığı özdeşleştirdiklerini göstermeye çalışmıştım. “Kızılelma” kavramının da ilk defa kullanıldığı eser olduğu için ayrı bir önem taşıyan Saltukname’de “Türk” kelimesinin -zaman zaman bir kavim adı olarak yerli yerinde kullanılmışsa da- Müslümanlıkla özdeşleşerek bir üst kimliği ifade etmeye başladığı görülmektedir. Mesela şu cümle başka türlü nasıl açıklanabilir: “Ya Alyon! Sen ne gördün, Mesih dininden döndün, Türk oldun?” Yine Saltukname’de Eyüp Sultan’dan bahsedilirken “Bu da Türk’tür, amma Arab...” denildiğini, bu cümlenin bir kalıp olarak kullanılabileceğini ifade etmiştim: “Mehmed Âkif de Türk’tür, amma Arnavut... Ahmet Haşim de Türk’tür, amma Arap...” İmdi, İstiklâl Marşı’mızın şairini “Türk ırkı”ndan olmadığı için Türk saymayacak mıyız? Şunu da kaydetmeden geçmemeliyim: Âkif’in annesi Buharalı bir Türk’tü; dolayısıyla anadili Türkçedir. İşte size bir sentez! Dedesi Polonyalı diye Nâzım Hikmet’i Türk edebiyatından ihraç mı edelim? Ahmet Haşim, babası tarafından İstanbul’a getirildiğinde Türkçe bile bilmiyordu; ama Türkçenin en has şairlerinden biri değil midir? Evet, Türklük mükemmel bir sentezdir ve Türk kültürü zenginliğini, derinliğini bu senteze borçludur. Kendi içine kapanan, kendi kendisiyle yetinen hiçbir kavim ve hiçbir kültür yaratıcı olamaz; tam aksine, yozlaşır. Türklüğün bazı büyük sanatkârlarına çeşitli etnik menşeler arayanlara da duyurulur: İddialar doğru olsa bile, bu sanatkârlar başarılarını içinde doğdukları büyük kültür sentezine ve üzerine kondukları muhteşem mirasa borçludurlar. Mimar Sinan, etnik menşei ne olursa olsun, bir Türk mimarıdır. Türklük, Yasin Aktay’ın görüşlerini benimsediği şairin iddia ettiği gibi Türkiye coğrafyasıyla sınırlı da değildir. Tarihin belli bir döneminde şartların dayattığı sınırlar içindeki Türkiye, sınırları kalbimizde çizili büyük Türkiye’nin yanında mini minnacıktır. Çok değil, yüz yıl kadar önce, kalbimizdeki Türkiye’nin reel karşılığı vardı. Onun için Bosna’da, Kosova’da, Karabağ’da, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de vb. zulme uğrayanların acısını bugün de yüreğimizde hissediyoruz. Bu, hiç şüphesiz, kan bağının ve sınırların çok ötesine geçerek müşterek tarihten ve ortak kaderden beslenen bir duygudur. Olağanüstü genişlikteki gönül ve kültür coğrafyamızda, bu kültüre herhangi bir şekilde bağlı olarak yaşayan ve aynı duyguları paylaşan herkes, ister Boşnak olsun, ister Özbek, ister Kürt olsun, ister Çerkez, ister Acem olsun, ister Arap, benim nazarımda Türk’tür. Farklılıklar, bu büyük dünyanın zenginliğidir.
↧