İlk soru bana ulaştığı andan itibaren girmeyi düşünmediğim, keşke girmesem dediğim ama nihayetinde kaçamadığım çok su götürür bir mevzu.Su götürmesi meselenin çok farklı boyutlarının olmasından dolayı. Evet dini ama aynı zamanda tarihi, siyasi ve beni çekimser kılan yanı itibarıyla aktüel bir mevzu. Hemen söyleyeyim; azınlıklar bize emanet midir? Tahmin edeceğiniz gibi benden cevabı istenen yanı din. Bu soruya doğru cevap verebilmek için önce azınlık, biz ve emanet kavramlarını netliğe kavuşturmak lazım. Bu kelime ve kavramların sözlük manasını kastetmiyorum; onlar üç aşağı-beş yukarı belli, aksine günlük dilde ve kullanımdaki yeri önemli. Önce biz’i netleştirelim. Biz; Türkiye toprakları üzerinde yaşayan din açısından Müslümanlığı tercih etmiş insanlarız. Azınlık kim, İslam harici hangi dine mensup olursa olsun, gayrimüslimler. Emanet ne? İster idarede bulunan yetkililerin isterse sıradan vatandaşların tabiri diğerle sistemin ve Müslümanların azınlıkların yani gayrimüslimlerin dini özgürlüklerini emanet şuuru ile koruması.Tarihi açıdan baktığımızda yaptığımız kısa tariflerle belirlemeye çalıştığımız bu çerçeveyi destekleyen dini temeller ile tarihi gerçekler var. Zaten azınlıklar emanettir dedirten de o. Nedir bu temel ve gerçekler. Her şeyden önce Kur’an ve sünnetin teorik manada din özgürlüğü hakkındaki nasslarıdır. Dinde zorlamanın olmaması ayeti ile birlikte yaşama adına yaptıkları anlaşmalara sadık kalma şartıyla gayrimüslimlerin Allah ve Resulü’nün zimmeti altında olduklarını, bu zimmete muhalefet eden kişilerin ahirette karşılarında Allah Resulü’nü bulacaklarını beyan eden hadis ilk akla gelen örneklerden. Tarihi açından da istisnalar bir kenara Medine Vesikası sonrası Medine’deki gayrimüslim ve müşriklerle birlikte yaşamadan Osmanlı’ya kadar uzanan örnekler. Buraya kadar tamam ve bu zaviyeden baktığımızda İslami değerlerin öncelendiği siyasi, Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu içtimai yapıda gayrimüslimlerin hem idari sisteme hem de Müslüman halka emanet olması söylemi anlaşılabilir. Ama bugüne gelince, bugün dün değil. Dünden bugüne nice şeyler değişti bizim siyasi ve içtimai hayatımızda. Artık dini değerlerin öncelendiği bir siyasi ve idari yapı yok. İmparatorluk dönemleri geride kaldı. Sanayileşme çağının doğurduğu ulus-devlet uygulaması da neredeyse tarih oldu-olacak. Ne din ne ırk beraberliğinin olduğu bir başka ülkenin vatandaşlığına geçme sıradan bir hadise oldu. Ve bu yapıda ön planda olan şey; eşitlik. Din, dil, ırk, cins, mezhep ayırımının gözetilmesi tabii hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi, ulusal ve uluslararası anlaşmalara da muhalif. Hukuk önünde, kanunlar karşısında eşitlik temel ve vazgeçilmez esas. İşte bu yapı içinde velev ki nüfus itibarıyla az dahi olsa gayrimüslim vatandaşlara -vatandaş söylemine dikkatinizi çekerim- azınlık deme, bir başka ifadeyle hem tabii hukukun hem de pozitif hukukun verdiği haklara rağmen onlara din özgürlüğü kapsamında azınlık deme, emanet deme mevcut gerçeklere aykırı olduğu gibi aynı zamanda rencide edici. Emanet söylemi, söz konusu tabii ve hukuki haklara sahip değillermiş de, hakimin mahkuma, üstte bulunanın altta bulunan verdiği ulufeyi akla getiriyor. Askerliğinden vergisine çoğunluğu teşkil eden ırk ve din mensupları ile her şeyi birlikte göğüsleyen o insanların özellikle emanet söyleminden rahatsız olmaları gayet tabiidir. Bu gerçeği anlamak için empati yapmak yeterli. Ya da vatandaşına dini, ırkı, cinsi vb. hiçbir alanda ayırımcılık yapmadan eşit olarak davranan bir gayrimüslim ülkede Müslüman olarak yaşamak. Özellikle demokrasinin oturmuş olduğu Batı ülkelerinde teoride böyle bir söylem yok. Uygulamada istisnalar var; tabanda bunu kabullenmeyen radikal unsurlar var. Ama bunların varlığı geniş ölçüde yukarıda söylediğimiz uygulamayı değiştirmiyor. Uzun sözün kısası; bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Söylem ve eylemlerde değişikliğin olması bu zihniyet değişikliğine bağlı. Eğer bu değişiklik gerçekleşmezse daha çok duyarız biz bu ‘azınlık ve emanet’ kelimelerini.
↧