Önceki gün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan dinledik: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları en geç 3,5 yıl içinde AB’den vize muafiyeti hakkı kazanacak.Bu süreç 16 Aralık’ta Geri Kabul Anlaşması’nın Ankara’da imzalanması ile başlayacak. Anlaşmanın içeriğini gördüğümüzde aşağıdaki soruların bir kısmının cevabını alacağız belki; ama sanıyorum çoğu cevapsız kalacak.Geri Kabul Anlaşması ile Vize Muafiyeti Anlaşması’nın birbiriyle ne alakası var?Hiçbir AB metninde Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması Vize Muafiyeti Anlaşması’nın ön şartı olarak gösterilmiyor. Vize muafiyeti, üyelik sürecinde belli aşamaya gelindiğinde gündeme gelen bir konu. Geri Kabul Anlaşması ise temelde AB’ye alınmayacak ülkelerle akdedilen ve AB’ye yönelik illegal göçü durdurmaya yönelik bir işbirliği anlaşması. AB eliti iki anlaşma arasındaki irtibatın tamamen bir Türk kurgusu olduğunun altını çizip duruyor.Acı bir ilacı yutmak için bala bandırmışız gibi bir his var içimde…Acı bir ilaç diyorum, çünkü Geri Kabul Anlaşması Türkiye’yi transit illegal göçmenlerin hukuki limboda kalacakları bir ülkeye dönüştürme potansiyeline sahip. Bir tür tampon bölge olacağız, AB ülkelerine Türkiye üzerinden sızmaya çalışan göçmenlerle AB arasında. En kötüsü de Türkiye’nin bu transit göçmenlere hukuki statü verecek iltica sözleşmelerini henüz imzalamamış olması.Uluslararası hukuk, boyun eğilmesi zor olduğu kadar anlaşılması da zor bir kurallar bütünü. Yukarıdaki paragraftan bir şey anlamadıysanız bir de meseleye gerçek rakamlar üzerinden bakalım. 1995 ile 2009 yılları arasında Türkiye sınırları içinde 797 binden fazla ülkede yasal olmayan yollarla bulunan göçmen yakalandı. Soruşturmalar bunların yüzde 58’inin transit göçmen olmak hayaliyle Türkiye’de bulunduğunu gösteriyordu. Transit göçmenlerin kaynak ülkeleri sıralamasında Irak, Pakistan, Afganistan, İran, Filistin, Bangladeş, Somali, Moritanya, Suriye ve Myanmar ilk on sırayı alıyordu. Türkiye’nin bu ülkelerden sadece Suriye ve Pakistan’la imzalanmış geri kabul protokolleri bulunuyor. Bunun anlamı bir şekilde Türkiye’ye giren ve Türkiye üzerinden AB’ye sızmayı planlayan Iraklı, Afganistanlı veya Bangladeşli bir göçmen ülke sınırları içinde yakalansa dahi bunların kendi ülkelerine iadesi ile alakalı kaynak ülkelerle yapılmış bir protokolümüz yok.Geri Kabul anlaşmaları kaynak ülkeye kadar devam ettirildiğinde geçiş ülkelerini rahatlatacak anlaşmalar. Ancak bütün kaynak ülkelerle benzer protokoller imzalanana kadar bu tür göçmenler hukuki statüleri belirsiz olarak Türkiye’de kalıyorlar. Hukuki limbo dediğimiz şey bu.Türkiye mülteci kabul etmeyen bir ülke olduğu için bu göçmenler iltica başvurusunda bulunamıyorlar. Kaynak ülkede hayatlarının tehlike altında olduğunu iddia ettiklerinde zorla geri gönderilmeleri uluslararası anlaşmalara aykırı. Vicdanen de yapılası bir şey değil. Kendilerine çoğunluk “misafir” denilen bu kişiler yasal oturum hakkı edinemediklerinden eğitim ve sağlık hizmetlerinden ya yararlanamıyor ya da zamanla kendi çözümlerini kendileri üretiyorlar. Yasaların kendilerini tanımadığı insanların yasaları tanımayacağı açık. Zamanla limbo, eşkıya yatağına dönüşüyor…Türkiye AK Parti öncesinde sadece Yunanistan ve Suriye ile ikili Geri Kabul Protokolü imzalamıştı. AK Parti döneminde Kırgızistan, Romanya, Ukrayna, Pakistan ve Rusya ile de anlaşmalar imzalandı. Ancak hükümet kaynak ülkelerin tamamıyla benzer anlaşmalar imzalamadan önce AB ile Geri Kabul Anlaşması imzalamanın Türkiye’yi bir tampon bölgeye dönüştüreceği endişesi ile söz konusu anlaşmadan uzak duruyordu. Şimdi imzalanacak anlaşmanın Türkiye’ye ne tür güvenceler verdiğini bilmiyoruz henüz.Geri Kabul Anlaşması AB’nin illegal göçle mücadele sınırlarını Ege Denizi’nden Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarına kaydıracak. Doğal olarak AB’nin Türk polisine finansal ve lojistik anlamda hatırı sayılır bir destek sağlaması beklenir. Geçmişte tek başına İngiltere bile ülkesine yönelik illegal göçü Hakkâri’de durdurmak için Türk polisi ile ortak çalışırdı. Şimdi işbirliğinin boyutları artacaktır. AB’nin sınırlarını Ortadoğu’ya doğru genişletmek ile AB’nin Ortadoğu’daki sınırlarını korumak arasında kaçınılmaz bir karşılıklı gerektirme ilişkisi var.Elbette Ankara bu anlaşma vesilesiyle sırtlanacağı ağır yükün paylaşımı konusunda AB ile sıkı bir pazarlık yapmıştır. Bu arada alakasız bir konu olan vize muafiyeti meselesi de masaya yatırılmış anlaşılan. Ancak iki konu arasında otomatik bir ilişkinin bulunmadığının da altını çizmek lazım. Dahası Türkiye’nin Avrupa sınırlarında yakalanıp, sırf Türkiye’den geçmiş oldukları için ve sırf bu anlaşmayı imzalamış olduğumuz için geri kabul etmek zorunda kalacağı bu transit göçmenlere nasıl ev sahipliği yapacağını da netleştirmesi lazım artık.Sahi, Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliğinden bahsederken birdenbire AB’nin sınır muhafızlığını kabul etmek tutarsız görünmüyor mu size? k.balci@zaman.com.tr
↧