Gücenmek öyle bir duygu ki insan “hak etmedim ben bunu” tepkisini bile seslendirmek istemiyor.Çünkü gücenme haline duyarsız kalınması ve herhangi bir meseleyi izah eder gibi anlatmak mecburiyetinin doğması da ağır geliyor insana. “Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun” deyip susmak, gönlümün istediğidir. Ama onunla yetinmek de olmuyor, olamıyor. Meselenin fikri yönü suskunluk tepkisine izin vermiyor.Çok yetenekli olan insanlar bile belli bir güce ulaştıktan sonra, bazı hatalar yapmaya yakınlaşırlar.Özal “Üç önemli hata yaptım.” demişti. Birincisi Semra Hanım’la, ikincisi Mesut Yılmaz’la, üçüncüsü Demirel’le ilgili. Diyordu ki, “Semra Hanım’a siyasî rol verdim, Mesut yanlış bir seçimdi; Demirel’in siyasî haklarını ben kendim vermeliydim, karşı çıktım.” Demirel’in de, hatırladığım iki hata itirafı var. “41’ler hareketini (Bozbeyli’leri) tolere edebilirdim, gönüllerini alabilirdim. Sert davrandım ve bu tavrım sonucunda siyasî istikrar bozuldu.” “Bir de Tansu Çiller’i siyasete bir dert gibi musallat ederken yanıldım.”Menderes’in Yassıada’da yaptığı bir ciddi özeleştiri var ama, hadi onu söylemeyeyim.Tabiî, kendi itiraflarının dışında da hataları var. Ve bu hatalar hep, görevlerinin ilerlemiş yıllarında, yani acemilik değil ustalık yıllarının yaşanışı sırasında olmuştur. (Hele Ecevit, hayatının bir noktasından önceki geçmişinin hatalarla dolu olduğunu görüp kendine yeni bir yol çizmek ve sıfırdan başlamak durumunda kaldı.)Güç kazanmak önce “özeleştiri” duygusunu son derece zayıflatıyor, sonra da yakın çevredeki iç eleştiri imkânlarını kullanılamaz hale getiriyor. Bizim sadece siyasî değil, sosyolojik yapımızda da böyle bir sıkıntı var. O hataları sadece bir partinin lideri değil, kendisini seven bir kısım seçmenler de yapıyor.Demokratik Parti (41’ler) olayı sırasında, “Demirel’e alternatif yok ama, bu ihtilafın doğuşunda ve yönetilişinde Demirel çok hatalıdır; liderliği kaybetmez fakat çok şey kaybeder” diyordum, eş-dost bu yüzden beni kınıyordu! Demirel, o tasfiye kararını, “bir miktar oy kaybetsek de, doğacak liberalleşme görüntüsü içte dışta o kaybı telafi edici bir destek ve itibar kazandırır bize” düşüncesiyle almıştı. Yanılıyordu, çünkü seçmen desteğinde bir gerileme yaşanırsa, (içte-dışta) bazı önemli ve etkili çevreler de bunu bir zaaf olarak görüp desteklerini gevşetirlerdi. Aynen böyle oldu. O çevreler zayıf ata oynamaz! Hemen yeni bir stabilizasyon oyununu sahneye koymaya başlar. Mesela Çağlayangil, 12 Mart’ı Amerika’nın istediğini söylemişti. Aslında gördüğü şey, AP’nin zayıflamaya başlaması sebebiyle takınılan bir “yeniden stabilizasyon” oyunuydu. Gerçi bu oyun da tutmadı ve ülke “70’li yıllar” bunalımının içine düştü. Sonra Demirel, Demokratik Partililerin geri dönüşünü sağladı ama iş işten geçmişti ve siyasette “bir artı bir” her zaman iki etmiyordu.ANAP’ın çökmeye başladığı dönemde Ekrem Pakdemirli, “Ben araştırttım, bütün cemaatleri toplasan yüzde üç etmezler.” demişti. Hesabında her şeyden önce bir düşünce yanlışı vardı. Böyle (yahut buna benzer) bir cümlenin ortaya koyduğu tavır, bütün milletin ekseriyetini gücendirirdi. Öyle de oldu zaten... Bana dün gibi geliyor, fakat bunlar unutuluyor genellikle. Hafıza-ı beşer nisyan ile mâlûldür, sözü boşuna söylenmemiş.Yazdıklarımda hiçbir îma yok; genel geçer doğruları vuzuhla belirtmeye ve bir açıdan özetlemeye çalıştım sadece. “İtidal ve vuzuh” metodu düşünce sıhhatinin ve samimiyetinin şartıdır bence. Onu uygulamaya çalışıyorum. Polemik, ima, müphemiyet, ifrat-tefrit, sevmediğim ve düşünce ciddiyetiyle bağdaştıramadığım şeylerdir.
↧