Türkiye demek bir manada Brezilya demek olduğundan, burada Türkiye üzerine ilginç tezleri olan insanlarla karşılaşıyorsunuz.Özellikle bazı düşünce kuruluşları yükselen ekonomiler arasında Türkiye’yi de inceliyor. Öngörülerde bulunuyor. Bu öngörülerin de etkisiyle bazı hareketlenmeler oluyor. Mesela Brezilyalı zenginler, Türkiye’den dikkat çekecek boyutlarda arazi satın almaya başladı.Türkiye’deki Gezi olayları ve hemen arkasından Brezilya’da meydana gelen benzer protestolar neredeyse aynı olsa da, her iki ülkenin modern birer devlet olarak ortaya çıkış sürecine, sonrasında da diktatörlük, darbe, vesayet ve demokrasi serüvenlerine kadar uzanıyor bu benzerlik. Mesela Brezilya’nın da “Jöntürk’leri” var. Bunlar yirminci asrın başında Avrupa’ya eğitim için giden askerlerden oluşuyor ve isimleri doğrudan doğruya “Jöntürk”.“Bu da mı var?” demeyin. Bizim Kemalistler gibi burada da Vargasçılar var. Yalnız bir farkla. Bunlar “Bizim Vargas diktatördü ama iyi işler yaptı.” diyorlar. Vargas adına kurulmuş bir de vakıf var. Üniversitesinde yaklaşık 150 bin civarında öğrenci bulunsa da, vakıf kendisini özellikle düşünce kuruluşu olarak takdim ediyor. Dünyanın en önemli 10 büyük düşünce kuruluşu arasında olduklarını söylüyorlar. Yıllık bütçeleri 500 milyon.Türkiye’ye ilgi gösterenlerin -ister olayları takip, isterseniz senaryolara vukufiyet deyin- öngörüsünü anlatmak için bir örnek vereyim. Bizim oralarda “Arap Baharı” türküleri ile felekten kam alınırken, bunlardan birisi, “Çok rahat olmayın, bir sene sonra orada savaş çıkacak.” demişti! Bu cümle bizim “ehl-i vukuf” kamuoyu oluşturucularının “Birkaç haftası kaldı. En genç iki bayram arasında Esed gider.” öngörüsünden altı ay evvel söylenmişti.Burada ciddi miktarda Arap ve Yahudi nüfus var. Arapların içinde çoğunluk Hıristiyan olmak üzere Hıristiyanlığın bütün çeşitleri ve İslam’ın bütün renk ve desenleri mevcut. “Çatışmalar ve çözüm yolları” üzerine çalışanların en fazla üzerinde durduğu konuların başında İsrail-Filistin problemi ve Ortadoğu’da cereyan eden olaylar geliyor. Bunlardan birisi “Çıkmaz sokağa girdiniz.” dedi. Gülümseyerek “Neden ki? Demokrasi böyle bir şey. Bazen tatlı, bazen sert, tartışıyoruz işte.” dedim. Güldü. “Bedeline razıysanız, evet. Demokrasi böyle bir şey.” dedi.Sorma sırası bana gelmişti. “Çıkmaz sokak tabiri çok iddialı değil mi?” diye sordum. “Evet, ama görünen de o!” dedi. “Ne görünüyor ki?” diye soruyu tazeledim. Anlatmaya başladı:“Türkiye’de devlet ve onun biçimlendirdiği bir kitle vardı. Bir de isyan etmemekle birlikte devletin biçimlendirmesine direnen, kendisi olarak varlığını sürdürmek isteyen muhalif-dindar bir kitle vardı. Bu muhalif kitle biraz da devletin aşırı sıkıştırmasıyla sınır ötesine açıldı. Dünyayı tanıdı, Türkiye’nin ortalama seviyesinin üzerine çıktı. Tabii olarak bu kalite artışı içeriye de yansıdı. Siyasetin yapısına etki etti ve Erdoğan, bu süreçte başbakan oldu. Bundan sonra ilginç bir sonuç çıktı ortaya. İktidarının ilk dokuz senesi gayet başarılıydı. Son iki sene ise tam tersi.”“Sizce bunun açıklaması nedir?” dedim. “Gücenme ama” dedi ve devam etti: “Bu biraz kölelerin bir gün aniden özgür kalmasına benziyor. Müslümanlar devlet baskısı altında yaşayabilmenin yollarını öğrenmişlerdi. O baskıyı aşma yollarını buluyor ve sonuca ustalıkla gidebiliyorlardı. Vesayeti aştıklarında, baskısız bir hayatta nasıl davranılacağını bilemediler. Eski devletin aynısını “Yeni Türkiye” adı altında tekrarlamaya başladılar. Yukarıdan aşağıya doğru biçimlendirme hakkını kendilerinde gördüler. Şimdi Kemalist devletin yapamadığını Erdoğan’ın devleti deniyor. Dindar kitle içindeki yorum farklarını formatlayıp, tektipleştirmek istiyor. Başarabilir mi bilemiyorum. Ama batarsa yalnız batmaz. Şirketler gibi başkalarını da arkasından götürür.”Daha çok şey konuştuk ama köşe bitti. Biz iyi niyet ve hüsnü zanlarla bakıyoruz. Onlar ise gerçeklere yalın olarak bakıyor. Bakalım hüsnü zanlarımızın duaya dönüşmesi mi, yoksa onların gerçekleri mi sonucu belirleyecek?..
↧