Quantcast
Channel: ZAMAN-YAZARLAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Murat Yülek - Sıkışmışlıktan arayışa ekonomik gelişim

$
0
0
16. yüzyıla dönelim. Sıkışık bir coğrafyada, bölünmüş siyasi yapılardan oluşan, merkezi otoriteye tabi olmayan bir Avrupa nasıl üç yüzyıl sonra dünyanın en güçlü siyasi ve ekonomik teşekküllerinin sahibi oldu?Bu soru, iktisat tarihçilerinin cevap vermeye çalıştığı ana sorulardan birisi olmaya devam ediyor. Son dönemde, Jared Diamond’dan Jeffery Sachs’a, Daron Acemoğlu’dan Ian Morris’e kadar birçok iktisatçının ilgi alanına giriyor.Toynbee’yi de hatırlayalım; Toynbee, ‘zora düşme-tepki’ (challenge-response) modelinin tarihi (ve bugünü) açıklamada işe yarayabileceğini söylüyordu. Bunu “Zora düşen çözüm arar.” şeklinde ifade edebiliriz. Çözüm bulamayanın da ‘kaybedeceğini’ ekleyelim.Bugünün Avrupa ve diğer zengin ülkelerini (kaynak zengini olanları kastetmiyorum tabii) zengin hale getiren bu sıkışmışlığın getirdiği ‘arayış’ idi. Bu arayış, yeni bir dünya düzenini (bayağı kanlı yollarla) geliştirdi. Dünya 16. yüzyıla gelinceye kadar iktisaden çok değişmemişti. 16. yüzyıl ve sonra da 19. yüzyılda yaşanan değişiklikler ekonomik alanda ‘yeni dünya düzenleri’ üretti. Daha önemlisi, bugün birçok ülke (hepsi gelişmekte olan ya da daha fakir ülkeler), 15. yüzyıl öncesi dünya düzeninde yaşamaya çalışıyorlar. Bu uyumsuzluk, bu ülkelerin fakir kalmaya ısrar ve istikrar içinde devam etmesine sebep oluyor.‘Önceki’ dünya düzeniÖnceki düzen üç ana üretim aktörüne dayanıyordu. Çiftçiler tarım ürünlerini üretiyor; madenciler metal ağırlıklı madenleri pazara sunuyordu. Zanaatkarlar, fabrikalarda değil kendilerine ait küçük atölyelerde, bu temel ürünleri bugün sanayi ürünü kabul edilen nihai ürün haline getiriyorlardı: İnsanların sofralarına gelen gıdalar, giydikleri elbiseler, kadınların taktıkları mücevherler, askerlerin silahları ve çiftçilerin tarım aletleri. Bu üretimler, bugün olduğu gibi, insanların yaşadığı coğrafyalara eşit dağılmamıştı. Dolayısıyla, diğer yerlerde üretilenleri son kullanıcının pazarına getiren tüccarlar da üreticiler kadar, belki de daha fazla öneme sahiptiler. Ürettikleri ekonomik değer ve aldıkları riske karşılık onlar da para kazanıyorlardı.Devlet adlı aktör, var olduğu ve ekonomik faaliyetin geliştiği ilk dönemlerden itibaren ticaretin öneminin farkına varmıştı. Kısa sürede, ticaret yollarına sahip olmanın da. Tarihte yazılı ilk anlaşma olarak bilinen Kadeş, zamanın önemli güçleri olan Hititler ile Mısırlılar arasında yapılmıştı. Tarihçilere bakılırsa, bu iki güç, bereketli hilaldeki ticaret yollarına sahip olmak için savaşa tutuşmuşlardı. Devletler, ticaret yollarını kendi sınırları içinden geçirmeyi, öyle olmazsa ticaret yollarına askeri yollarla sahip olmayı ya da en azından kontrol etmeyi istiyorlardı. Bunda, vergi gelirleri elde etmek amacı kadar ticaretin faydalarından kendi tebaasının faydalanmasını sağlamak isteği rol oynuyordu.AvrupaTarih boyunca, ticaret yollarının genellikle doğu-batı aksında olduğunu görüyoruz. Dünya yuvarlak olsa da, kuzey-güney ticareti daha çok bölgesel ticarete konu olageldi; tarihte ve bugün. Doğu-batı ticareti ise sadece bölgesel değil küresel ticaretin da ana aksı idi. 15-16. yüzyıla dönelim. Avrupa yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olduğu için o dönemde de ‘sıkışıktı.’ Ürettiği mallar genellikle o dönem için primitif ve ucuz, yükte ağır, pahada hafif mallardı. Teknik tabirle, ticaret hadleri o dönemde büyük ölçüde Avrupa’nın aleyhine işliyordu. Örneğin İngiltere’nin uluslararası ticarete sokabileceği başlıca ürün yündü. Bu ürün, İngiltere’den çok, yakınlığından ve daha ileri tekstil sanayiini kurmuş olmasından dolayı başta Hollanda olmak üzere diğer yerlerde dokumaya dönüştürülüyordu.Uluslararası ticaret, dans gibi, en az iki oyuncuyu gerektiren bir iştigaldi. Ticaret olabilmesi için bu ortakların her ikisinin de diğerinin talep edeceği ürünlere sahip olması gerekiyordu. Avrupa’nın sıkıntısı, uluslararası ticarete konu edebileceği yeteri kadar çeşit, fiyat ve adette ürüne sahip olamamasındandı.Avrupa’nın bir diğer sıkıntısı da, doğu-batı arasındaki ticaret yollarının ‘İsa düşmanı’ Müslümanların elinde olmasıydı. 1517 yılından sonra Memluklerden Mısır’ın yönetimini alan ve Venedik’i de Avrupa’daki acentesi olarak kullanmaya devam devam eden Osmanlı, doğu-batı ticaret yollarının batı kısmını kontrolü altına almıştı. Bu ticaret, sonradan İpek Yolu olarak adlandırılan hem karayolu hem de Baharat Yolu olarak adlandırılan rota üzerinden akıyordu. Bu ikincisinde mallar, Hindistan’dan gemilerle Kızıldeniz limanlarına indiriliyor, oradan da kuzeye kara üzerinden iletiliyordu. Bugünkü Singapur’a benzeyen Venedik, ana ortağı oldukları bu ticaretin Avrupa’daki merkez üssü idi. Hem bir antrepo hem de bir ticaret merkezi gibi çalışıyordu. Doğunun malları Avrupa’ya Mısır ve Levant’tan Venedik’in dev filosuyla taşınıyor, Kara Avrupa’sına Venedik’ten dağılıyordu. M.S. 5. yüzyılın sonunda Germen ve Hun akınlarından kaçanlar tarafından kurulduğu düşünülen genç Venedik bu sayede zenginleşmişti. Avrupa’nın sıkışmışlığı makroekonomik açıdan kronik dış ticaret ve cari açık problemi olarak özetlenebilir. Dış pazarlarda satabilecekleri malların azlığı ve buna ilave olarak, uluslararası navlun gelirleri ve ticari kârlardan yoksunluk. Konunun daha ortalarındayız. Haftaya (ve sonrasında) devam.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue