Özgürlük arayışını temel alan, bir halk grubunun haklarını kazanmasını amaç edinen siyasi hareketlerin manevi üstünlüğü vardır.Meşruiyet zeminleri sağlam olduğu için, eğer söz konusu haklar engellenmeye devam edilirse, bu siyasi hareketlerin şiddete meyletmesi de hoşgörüyle karşılanır. Ancak bu tür yapılanmalar aynı zamanda son derece kırılgandır. Eğer bir iyileşme dönemi başlarsa, bunun için mücadele veren siyasi harekete olan ihtiyaç da kendiliğinden azalmaya başlayabilir. Bu durumda o siyasi yapılanma belki de ilk kez stratejik olarak ‘kendisi’ için düşünme ve tavır geliştirme ihtiyacı içine girecektir. PKK da şimdi böyle bir dönemeçten geçiyor. Örgütün meşruiyeti ve prestiji Kürtlerin gasp edilen haklarının elde edilmesiyle bağlantılıydı. Yoksa Öcalan’ın ideal toplum hayalinin Kürtler tarafından benimsenmesine dayanmıyordu. İçinden geçtiğimiz çatışmasızlık süreci, AKP’nin yetersiz ama belirli bir doğrultuda giden açılım adımlarıyla birleştiğinde yeni bir mesaj vermiş oldu: Artık Kürtlerin bütün temel haklarını er veya geç alacağından ve bunun örneğin önümüzdeki on yıl içinde gerçekleşeceğinden neredeyse eminiz. Atılan adımlar ne denli küçük de olsa bunlardan bir geri dönüş olmayacağı gibi, her safhada hak ve özgürlüklerin genişlediğine ve yasallaştığına tanık olacağız.Ancak eğer durum buysa soru Kürtlerin hâlâ PKK’ya kategorik bir ihtiyaç duyup duymayacakları, ya da böyle bir ihtiyacın hangi gerekçeye dayanacağıdır. Mesele bir iç içe geçme halinin devam ettirilememesi olarak da okunabilir. Haklar için verilen mücadele, o haklarla mücadeleyi veren siyasi hareketi bütünleştirir. PKK da bunca yılı Kürtlerin taleplerinin ‘sahibi’ olarak yaşadı. Bu hak edilmiş bir sahiplikti, çünkü PKK olmasa belki o hakların gündeme gelmesi bile söz konusu olmayacaktı. Ne var ki ‘karşı taraf’ söz konusu hakları meşru görmeye başladığı andan itibaren, haklar bir ideal hedef olmaktan çıkıp hayata geçmeye aday gerçeklikler haline geliyor. Gerçeklikler ise sıkıntılı süreçlerin içinden süzülerek tedrici bir biçimde oluşuyor. Böylece önceki siyah/beyaz tablo bozuluyor. Artık bir tarafta Kürtlerin haklarını talep eden bir PKK ile buna bütün gücüyle direnen bir devlet yok. Kendisini bir ‘ara kademe’ olarak sunan hükümet, devlet ile PKK arasında bir orta yol üretiyor ve kendi çıkarını da ihmal etmeyen bir tutum içinde Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin yolunu açıyor.Bunun anlamı Kürt meselesinde filmdeki ‘asıl oğlan’ rolünün başkasına geçtiğidir. Siyasi sonucu ise, PKK ile Kürt meselesi arasındaki ‘doğal’ birlikteliği kırmasıdır. Geçmişte çözüm için gerekli unsur olan PKK varlığı, bugün giderek o gerekliliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya. Eğer çözüm süreci zamana yayılır ve hükümet adım adım ama doğru yönde reformları yürütürse, Kürtlerin hakları için PKK’ya ihtiyaç olduğunu düşünen Kürtlerin sayısı hızla azalabilir. Bu ise muhakkak ki örgütün en fazla tedirgin olacağı durumu ifade ediyor, çünkü siyaseten bir tür tasfiye olma anlamına geliyor. Mesele silahlı mücadeleden silahsız mücadeleye geçişle sınırlı değil… Bizatihi PKK’nın kritik rolü ve ağırlığıyla ilgili.Dolayısıyla son dönemde PKK fazlasıyla ‘acilci’ oldu. Reformları kendi gücüyle elde etmeyi ve bunu formel bir çerçevede siyaseten onaylatmayı hedefliyor. Çünkü o zaman Kürtlerin haklarının ‘sahibi’ hâlâ PKK olacak ve bu sahiplik bizzat devlet tarafından da tescil edilecek. Ama ya hükümet buna yanaşmaz ve kendi bildiği yumuşak ve tedrici reform çizgisinde ısrar ederse? PKK bu ihtimali nasıl engelleyebilir? Tabii ki hükümetin bu siyaseti sürdürmesini zora koşacak bir adım atarak… Kolay yol yeniden savaşa dönmek. O nedenle Cemil Bayık’ın birkaç gün önce “Böyle giderse elbette ki Türkiye’de savaş olacaktır… Bizim bu tarzda işleri yürütmemiz mümkün değildir.” demesi bir sürpriz değil. Bayık, PKK ile Kürt sorununun ısrarla birbirinden ayrılmaya çalışıldığını, bunun ‘bilinçli bir psikolojik savaş yöntemi’ olduğunu eklemiş ve “Artık AKP bizim önümüze savaşın dışında başka bir yol koymamaktadır.” demiş.PKK yönetimi bu değerlendirmenin bizzat kendi sıkışmışlıklarının itirafı olarak okunacağını görmüyor olamaz. Her fırsatta asıl hedefin devlet kurmak değil, toplumsal dönüşüm olduğunu dile getiren bir örgütün, şimdi toplumsal dönüşümle hiçbir ilgisi olmayan, tamamen örgütsel bekayı öne çıkaran ve Kürtler nezdinde bile soğuk duş etkisi yapacak olan bir silaha dönüşü meşru ve gerçekçi kılabileceğini hayal etmesi ilginç… Tasfiye olma korkusuyla silaha dönmenin tasfiyenin ta kendisi olabileceğini idrak etmek zor olmamalı.
↧