Kur’ân-ı Kerim’de, “Onlar görmezler mi ki, yılda bir veya birkaç defa kazanlarda kaynatılma mesabesinde imtihandan geçiriliyorlar?” (9:126); yine “İnsanlar, kazanlarda kaynatılma mesabesinde imtihanlara tâbi tutulmadan, inandık demekle bırakılacaklarını mı sandılar?” (29:2) buyrulur.İmtihan, samimînin samimî olmayandan, temizin kirliden ayrılması; gerçekten sabreden ve gerçekten Allah yolunda cehdedenlerin ortaya çıkması; samimiyet saflarının tasaffîsi; insanların bizzat kendilerine şahit olup, Âhiret’te Allah katında hiçbir mazeretlerinin olmaması içindir. Aslında, “dönem içi” imtihanları, “vize” imtihanları ve “final” imtihanları türünden hep imtihandayız. İmtihanda nihaî olarak kaybetmemenin yolu, tevbe, hatadan dönme ve olup bitenler üzerinde düşünüp, doğruya yönelmeden geçiyor (9:126). Yine Kur’ân, “Ağızlarından buğz taşıyor, göğüslerinde gizledikleri ise daha öte.” (3:118) buyurur. Hz. İsa da (a.s.) aynı manâyı dillendirir: “Dil, kalbin taşmasından söyler; (kalem de, kalbin taşmasından yazar).” Ağızlardan, kalemlerden öylesine buğzlar döküldü ki, kalbleri ele veriyordu.Yine Kur’ân, kalbleri zayıf veya hastalıklı olanlarla ilgili olarak, “Zamanın aleyhimize dönmesinden, başımıza bir musibet gelmesinden korkuyoruz.” (5:52) ve “Ah, şunların başına bir şey gelse! İşte geldi, bittiler; olmadı, ama şimdi bittiler; yine olmadı, şimdi, işte şimdi tam bittiler!” (57:14) duyguları içinde hareket ettiklerini ve bu ümniyeler içindeyken ölümün kendilerini yakalayıverdiğini buyurur. Ve elbet doğru buyurur.Yine Kur’ân, “İnsan, çok zalimdir, çok cahildir.” (33:72) buyurur. Hz. Bediüzzaman (r.a.), buna misal verir. “Zayıf, bazen acımasız olur. Meselâ, ‘İslâm bitti,’ der ve sözü doğru çıksın diye İslâm’ın gerçekten bitmesini ister.” Bazı e-maillerden taşan manâ bu idi: “Ben, maddî beklentimi bulamamışsam, hizmet de bitsin!” Gerçekten insan, ne kadar zalim olabiliyor!Yine Kur’ân, inkârcıların inkârının, mü’minlerin günahlara girmesinin en önemli bir sebebi olarak, dünyanın Âhiret’e tercih edildiğini buyurur (14:3).Musibetlere maruz mü’minler hakkında, “Bunlar, Allah’a çok yakın ki, musibetlere maruz kalıyor ve sürekli terakki ediyorlar.” demek gerekirken, Hz. Hızır’la arkadaşlık yapılmış da, herkes hakkında hadiselerin Kaderî boyutu biliniyormuşçasına, “şefkat tokadı” diyenler oldu. Böyle denirken, katledilen binlerce masum peygambere; Taif’te, Uhud’da, Huneyn’de, risaleti boyunca maruz kaldığı eza, cefa ve işkencelerle Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.); dostların ve düşmanların eza ve cefalarından çok çekmiş âlimlere, velîlere, mücedditlere; ömrü boyu “görmediği eza, çekmediği cefa” kalmamış Hz. Bediüzzaman’a hangi günahları sebebiyle hangi şefkat tokatlarının yakıştırılabileceği düşünülmedi.Bütün bu olup bitenlerde ruhu üst üste hançer yemiş gibi en fazla yaralanan yine Hocaefendi oldu. Ama hocam, üzülmeyin. Biliyorsunuz ki, Kur’ân-ı Kerim, 33’üncü sûrenin 22’nci âyetinde, tarihin en büyük kahramanlarının, karşılaştıkları en zor durumla ilgili olarak “Bu, Allah’ın ve Rasûlü’nün bize va’dettiği şeydir. Allah ve Rasûlü elbette doğru söylemiştir.” dediklerini aktarıyor. Yine Kur’ân, “(Sağdan da soldan da, dosttan da düşmandan da) çok eza ve cefaya maruz kalacaksınız!” (3:186) buyuruyor. Eza ve cefanın dosttan gelmesi belki daha da çok yaralar ama, Habil ve Kabil kıssasını, Hz. Yakup (a.s.) gibi bir peygamberin on evlâdının, kardeşleri Hz. Yusuf’u (a.s.) ölsün gitsin diye derin bir kuyuya atıverdiklerini de bize yine Kur’ân anlatıyor. Yolun bu olduğunu sizden çok dinledik. Bir Mart soğuğudur, elbet geçecektir.
↧