Baskıcı rejimler hariç kimse kıymet vermez ama yakın tarihimiz demokrasi dışı uygulamalar açısından çok zengin.Ne yok ki bu eski repertuarda! En başta; kültürden siyasete, müzikten sanata, kıyafetten ekonomiye hayatın her alanını belirleme hakkını kendinde gören ‘tek parti’ tecrübemiz var. Oy vermenin açık, sayımın gizli yapıldığı; parti il başkanlarının aynı zamanda vali olduğu ucube bir tecrübe.Siyasi mühendislik projeleriyle toplumun zorla dönüştürüldüğü, direnenlerin bedelini darağaçlarında ödediği tepeden inmeci bir değişim tecrübemiz var. Dindar çoğunluktan gayrimüslim azınlıklara, Alevilerden Kürtlere mağduriyetler oluşturan jakobenizme dair çok acı hatıramız var. Seçimle gelen hükümetlerin modern, post-modern darbelerle devrildiği tecrübelerimiz var. 3-5 insanın oynadığı bir çadır tiyatrosunu, devasa bir irtica tehdidi gibi topluma yansıtıp şartları olgunlaştırmayı beceren bir medya tecrübemiz var. Hrant Dink, Ahmet Kaya veya Fethullah Gülen örneklerindeki gibi, talimat aldığında muhatabı acımadan şeytanlaştıran kalem erbabımız var.Faili meçhul kalmış binlerce cinayeti aydınlatamayan ama cuntanın ‘brifing’ davetine koşan, statükoyu sorgulayan meslektaşlarını anında linç eden bir yargı tecrübemiz var. İnsanlara dışkı yedirilirken sessiz kalıp, zinde güçler arasında yerini alan sendikalarımız, iş dünyamız, üniversitelerimiz var.Ama hukukun üstünlüğüne dayanan; bireyin, siyasetin, bürokrasinin, sivil toplumun ve medyanın normal bir demokraside birbirleri arasındaki ilişkinin nasıl olacağına dair hiç tecrübemiz yok! Teori düzeyinde bilsek de gerçek hayatta bunun pek işe yaramadığı açık.İşe yarasaydı, eski vesayet unsurlarının gerileyip bahane olmaktan çıktığı bu dönemde herkesin hakkını garanti eden, sivil-asker ilişkilerini düzenleyen, hukukun üstünlüğünü sağlayan demokratik bir anayasa yapabilirdik. Dün statükonun yanında yer alan medya, bugün toplumun ve demokrasinin yanında yer alırdı. Hrant Dink cinayetinden Muhsin Yazıcıoğlu’na, Uğur Mumcu suikastından Özal cinayeti, faili meçhuller ve Uludere’ye karanlık kalan birçok noktayı aydınlatırdık. Askerin hukuk dışı faaliyetini ortaya çıkardığında alkışladıklarımızı bugün vatan haini ilan etmezdik. Dershane tartışmasını yasakçı bir üslupla yapmazdık. Ve nihayet işe yarasaydı, anayasa suçu olan fişleme gibi bir skandal ortaya çıktığında demokrasimize yakıştırmayıp sorumluların üstüne giderdik.Peki, biz ne yapıyoruz? Benim de aralarında bulunduğum, 12 Eylül referandumuna destek veren yüzde 58’lik çoğunluğun arzusu olan tam demokrasi hedefinden sapmış, devletin kozmik dehlizlerinde çokça örneği bulunan yöntemlerle toplum kesimlerini hedef alıyor, cadı avı başlatıyor ve eldeki tüm imkânlarla insanları şeytanlaştırmaya odaklanıyoruz. Hem vakit ve enerji kaybediyor hem de ülkeye yazık ediyoruz. 28 Şubat’ta dindar kesimin şeytanlaştırılmasında uygulanan yöntemin bir benzeri, bugün Hizmet Hareketi’ne karşı uygulanmakta. Her türlü yalan ve kara propaganda devrede. Umre için Kâbe’de bulunduğum sırada, güya Ali Koç’la buluşup Mustafa Sarıgül’ün desteklenmesini konuştuğumuz yalanını görünce irkildim. Bu kadar pespayeleşenleri Allah’a havale ettim.Derin yapıların yıllardır uğraşmasına rağmen gayrı milli, gayrı ahlaki ve gayrı hukuki hiçbir yönünü bulamadığı Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet’i karalayıp millet nezdinde küçük düşürmek için sistemli bir seferberlik var. Dershaneleri hedef alan kimi asılsız yayınlar, darbe dönemlerinde Kur’an kursu ve imam hatiplerin karalanmasını hatırlatıyor.AK Parti ile irtibatlı kimi çevrelerin Hizmet’i, ABD ve İsrail’le ilişki içindeymiş gibi gösterme gayreti de dünkü derin yapılardan kopyalanmış bir yöntem. İzlenen strateji, 2009’da Taraf yayımlayınca içeriğini öğrendiğimiz, eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un ‘kâğıt parçası’ dediği İrticayla Mücadele Planı ile örtüşüyor. Öğrenci evlerine silah yerleştirerek Hizmet’i terör örgütü kapsamına sokmayı hedefleyen bu planın, kara propaganda başlıklı maddelerinden biri, camiayı “Yahudilik, CIA ve Mossad” ile irtibatlandırmaya dönük çalışmaları içeriyor. Diğeri ise aleyhte propaganda ile muhafazakâr kesimlerin bile Hizmet için ‘pes’ demesini sağlamak.Bu çarpıcı benzerlik, yüzler farklı olsa da zihniyet ve operasyon merkezinin farklı olmadığının işareti. Derin yapıların dün millete karşı yaptığı planların dün hedefinde olanların bugün paralel kampanyalara alet olması üzücü.
↧