Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bir konuşmada Hocaefendi’ye gönderme yaparak “O dönemlerde ‘Başörtüsü füruattır’ diyenler oldu” sözüne karşılık Hocaefendi “Usulu’d-din ulemasının usul-füru ayrımını bilmeyebilir” sözleri ile başlayan kısa cevabı oldu.Cevap kısa olmakla birlikte mezkur kavramlar hakkında hiç bilgisi olmayan insaflı ve izanlı bir insana fikir verecek ölçüdeydi. Üç günden beri ilmin ve düşüncenin namusunu her şeye önceleyen bazı yetkin kalemlerin mevzu ile alakalı kamuoyunu sahih bilgi ile doyuracağı ümidi ile bekledim. Bu bekleyişte biraz da yurtdışı seyahatte olmamın rolü var. Yolculuk münasebetiyle yazma fırsatım olmadığı için bekledim. Zira mesele Hocaefendi’nin tabiri ile “kara propaganda” malzemesi yapan insanların devreye girmesi ile farklı mecralara kaydı. Halbuki söz konusu olan din. Dinin doğru anlaşılması için ulemanın ortaya koyduğu bu ve benzeri kavramlar oturmuş oldukları zeminden kaydırılırsa, -kalemim yazmaya varmıyor ama haydi yazayım- siyasette kullanılırsa, değer kaybına uğrayan din olur. Onun için haklı olarak din adına en yetkin kurumun temsilcilerinden ilahiyat fakültelerinde konunun uzmanı olan hocalarımıza, gazete köşelerinden ekranlara uzayan çizgide dini halkımıza anlatan insanların konu ile alakalı ilmî açıklamada bulunmasını gerçekten bekledim. Zannederim Hocaefendi de bu beklentideydi ve birkaç ses hariç kimse bir şey demeyince yukarıda ilk cümlesini iktibas ettiğim açıklamayı yaptı.Kaldı ki bu sözün ilk söylendiği dönemde –ki 1997 yılıdır- röportaj yapan gazete dinî kavramlara uzaklığının göstergesi olsa gerek “füruat” yerine “teferruat” demişti. Dolayısıyla bugünkü gibi hatırlıyorum, o dönemlerde mesele hem teferruat-füruat hem de füruat-usul kavramları etrafında müzakere konusu olmuş ve bana göre hiçbir soru işaretine mahal olmayacak netlikte izahı yapılmıştı. Kim mi yaptı? Tabii ki Hocaefendi.Bu kısa girişten sonra eskilerin “efradını câmi ağyarını mani” dedikleri türden sadece tarif kapsamı içinde değerlendirilebilecek bir-iki hususa temas etmek istiyorum. Usul, asl’ın, furu’ da fer’in çoğuludur. Asl, Türkçemizde de kullandığımız üzere temel, esas, kök manalarına geldiği gibi fer’ dal demektir. Bu kavramların ıstılahta kullanımı ise lügat manalarına uygundur. Buna göre asl/usul Hz. Adem’den Efendimiz’e (sas) kadar uzanan bütün semavî dinlerdeki ortak temel öğretilere verilen isimdir ki bunlar tevhid, nübüvvet, haşir ve adalettir. Bazı ulema adaletin diğer üç esas içinde mündemiç olduğunu savunur ve dördüncü asl’ın ibadet/ubudiyet olduğunu söyler. Değişmez bu esaslar ve değiştirilemez. Hatta bazılarına göre “içtihada mesağ yoktur” kaidesinin asıl geçerli olduğu alan burasıdır.Füruat ise bu dört aslın haricinde din denince aklınıza gelen her şeydir. Bir üst başlığın adıdır, unvanıdır füruat. Başka bir ifadeyle dine ait her türlü değerin kategorize edilmesi sonucu karşımıza çıkan bir kavramdır. Söz buraya gelmişken şunu da ilave edebilirim; işte bu tasniften hareketle bazı ulema itikadî meseleleri asl/usul, itikadî alanın dışına çıkan her şeye fer’/füru’ demiştir. Eğer bu tasnif kabul edilecek olursa Kelam ilmi asl/usul; Fıkıh ilmi ise fer’/füru’un içine girer. Onun içindir ki usul’e ait meselelerde iman ve imanda hulûs aranırken, füru’a ait meselelerde illet, sebep, hikmet, maslahat aranır.Meselenin tavzihe kavuşması için birer cümle ile bunların tariflerine de bakalım. İllet, hükmün varlığının üzerine bina edildiği açık, istikrarlı ve belirli/münasip vasfa denir. Sebep, hükmün varlığı veya yokluğu adına şâri’in/kanun koyucunun alamet kıldığı durumdur. Hikmet, şâri’in hükmü verirken ulaşmayı amaçladığı faydadır. Ta’lil adını verdiğimiz çalışma ile ortaya çıkartılan bu faydalar, illet veya sebep olamaz. Menât’a gelince; bazılarının illet ile aynı anlamda kullandığı menât hüküm ile illet arasındaki münasebeti, uygunluğu araştırma ameliyesinde kullanılan bir kavramdır. Tahricü’l-menât, tenkihü’l-menât ve tahkikü’l-menât olarak üç ayrı kategoriye ayrılır.Şimdi açık konuşayım; kim olursa olsun hem usul ve füru’ üst başlıklarını hem de bu ikisinin altında giren emir, yasak ve içtihadî ahkâmı bahsini ettiğim kavramlarla izahını bilmeyen bir insanın “başörtüsü füruattır” sözünü “başörtüsü farz değildir” şeklinde anlamasına şaşırmamak lazım. Ama asıl şaşılacak şey, din metodolojisinde yeri ve izahı olan bu sözü anlamadan, anlama ve anlamlandırma gayreti olmadan Hocaefendi’nin dediği gibi siyasette “kara propaganda” malzemesi olarak kullanmaktır.Pekala bu doğru mudur? Bu sorunun cevabını Müslümanların engin firaset ve derin vicdanlarına havale ediyorum.
↧