9 Aralık tarihli yazımda demokrasinin, malul olduğu bünyevi zaaflar dolayısıyla postmodern zamanların yeni toplumlarında ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap vermediğine işaret etmiştim.Bu çerçevede hayli gerilerde kalmış Rousseau’cu milli iradeyi bir tür temellük anlamına gelen temsil ve meclis merkezli süblimasyonlar, sadece seçim ve meclise vurgu yapan retorikler yeni bir muhalefet türüyle dengelenmeye başlanıyor; bunu Brezilya’dan Türkiye’ye kadar birçok ülkede baş gösteren toplumsal patlamalarda gözlemleyebiliyoruz. Güç temerküzüne yönelen politik iktidara karşı ortaya çıkan bu tepkiye “sosyal muhalefet” denebilir.Türkiye örneğinde ilk tecrübe Gezi Parkı olaylarında yaşandı. Gezi organize değildi, örgütü yoktu -Taksim olaylarıyla illegal örgütler işe dahil oldu-, bir lider, parti ve ideoloji eksenli gelişmedi; “konu odaklı”ydı. Söylemi: Parkın yerine AVM ve kışla olmasın. AVM ve kışla yapımından vazgeçilince tepki de sona erdi, gerisini hükümeti devirmeye kalkışan örgütler getirmek istediler, tabii ki başaramadılar.İkinci sosyal tepki şimdilerde “dershaneler”le ilgili yapılmak istenen düzenleme dolayısıyla yaşanmaktadır. Düzenlemeye karşı tepki var. Söz konusu tepki salt politik değildir, sosyaldir, ancak “sosyal olan” “siyasi olan”dan yani siyasilerden bu düzenlemeden vazgeçmesini talep ediyor.Geçen yazımda değindiğim üzere bu bizim hem Sünni siyaset geleneğimiz hem yakın tarihimiz açısından “ilk” sayılabilir. Daha öncesinde Sosyal Müslümanlık -Cumhuriyet dönemi boyunca tarikatlar ve cemaatler- tekparti yönetimine tepkiler gösterdiler. Nurcular, Süleymancılar, Nakşiler; irili ufaklı cemaat ve tarikatlar, teslim olmadı, dinle ve Kur’an’la bağlarını korumak üzere olağanüstü gayret sarf ettiler. Ancak tepkileri otoriter laik yönetime karşıydı ve sonunda ülkenin bir dizi reform geçirip düze çıkmasında önemli rol oynadı.1950 sonrası İkinci İslamcı nesil “Siyasi Müslümanlık, Sosyal Müslümanlık ve Kültürel Müslümanlık” olarak bir tür işbölümüne gitti, her biri kendi mecrasında meşrebine uygun bir görev-hizmet tanımı yaptı. Mecralar farklıydı ama ilginç bir biçimde her biri diğerinin mecrasına kendince fayda sağladı. Geçen yüzyıl boyunca çekilen sıkıntılar ve 21. yüzyılın başında her üç İslami havzanın ortak talepleri ve işbirliği toplumsal merkezin biriken enerjisinin siyasi mecraya taşınmasını sağladı. AK Parti her üç alanda birikmiş enerjinin ürünüdür.Geldiğimiz noktada Sosyal Müslümanlığın bir muhalefet biçimi ortaya koyup kökeni ve geçmişi politik Müslümanlık olan yöneticilerle görüş ayrılığına düşmesi, tarihî tecrübemiz açısından olduğu kadar bundan sonra İslam’ın alacağı şekil açısından da önemlidir. Tartışmaya tarihi ve sosyopolitik perspektiflerden bakma zarureti var. “Tarih ve irfan/kültür” insanî çabayla teşekkül ettiğine göre bizim bu olaydaki anlama, tanıma, hüküm verme, analiz edip terkipte bulunma ve çözüm üretme potansiyelimiz ve cehdimiz belirleyici rol oynayacaktır. Bu konuda en büyük görev yine Müslüman fikir adamlarına ve araştırmacılara düşer.Belki de herkese yıkıcı zararlar verecek söz bu süreçte sorumlu fikir adamlarına düşen iki görev var. 1) Ayrışma ve gerilime sebep olan aktüel konu (dershane) hakkında hükme varırken adaleti elden bırakmamalı; ahlakî sorumluluk icabı haktan ve haklıdan yana tavır almalı. 2) Daha geniş perspektiften bu tartışmayı vesile bilip geleceğin toplumunda üç Müslüman versiyon arasındaki ilişkiler nasıl olmalıdır? Ne türden yeni bir döneme girdik, bu dönemin politik kültürü nedir? Bu tartışmayı sağlam bir kelam ve fıkıh usulüne başvurarak nasıl anlamlandırabiliriz? Bu sorulara cevaplar aramalı.Hakkı teslim eder ve haklının yanında yer alırken yine de ana kütlenin birlik ve beraberliğini merkeze almalı, vicdanımızın sesine kulak vererek haklı bulduğumuz tarafı desteklerken de “partizanca” tutumdan, kutuplaştırıcı, çatıştırıcı dil ve üsluplardan kaçınmalıyız. Müslüman mütefekkirlerin, bilim adamları ve araştırmacıların zihinlerini yoracakları, yeni ufuklara işaret edecekleri, bugün ve gelecekle ilgili anlamlı şeyler söyleyebilecekleri zamandır.
↧