Kendine ait bir resmi yok sanmıştınız binlercesi süzülürken. Siyah paltonuzun koluna düştüğünde fark ettiniz; zarif ve karmaşık.Yere inene kadar erir sanmıştınız, yerde erir ya da, ağır bir yolculuktu. Şaha kalkan bir rüzgâr atını hesap etmemiştiniz oyunda ben de varım, diyen. Gökten mi yere koşuyordu, yerden mi göğe anlamadınız. Bir sabah uyandığınızda gökyüzünde kardan adam yapan çocuklar gördünüz; demek ki yerden göğe koşmuş o gece.Beyazın üzerinde renk renk lekeler. Lacivert, siyah, turuncu, mor, sarı bereler… Ters yüz olmuş bir dünyaya bir tek siz ayak uyduramamıştınız. Bir kırmızı atkı süzülüyordu yere, bir kardan adamın boynundan sıyrılmıştı sıkı bağlanmadığı için. O atkıyı tutup boynunuza sardınız, yerler bembeyaz oldu. Herkes gökyüzünde, yeryüzü size kaldı. Her sokakta boyunuzun ölçüsünü alabilirsiniz şimdi. Bütün izler sizin.Kar şarkı söyleme isteği uyandırdı içinizde, fakat ne şarkı biliyorsunuz, ne sesiniz güzel. Böyle zamanlarda şarkı uydurabilir insan. Kartopu oynarsanız mesela kargalarla, sesinize itiraz etmezler. Şöyle olabilir sözleri şarkının: “Bu sabah kar saatini ters çevirdi çocuklar/ Yerden göğe yağıyor kar kanatların nerede/ Bu sabah çay bardağı elini yakıyor/ Cam kırıklarında sıcak bir ırmak…” Hayır, bu şarkı neşeli değil. Şöyle olabilir: “Kardan adam hadi bir gül/ Havuç burnun oynasın/ Kardan adam hadi süpür/ Temizlensin yeryüzü…”Madem yeryüzündeki tek kardan adamı yapmak bana düşüyor eline süpürge yerine kitap verebilirim. Sizce bir kardan adam hangi kitabı okumalı? Shakespeare’e ne dersiniz? İlk kez o söz etmiş kardan adamdan eserlerinde. Evet evet, bir süpürge yerine eline “Bir Kış Masalı”nı verebiliriz kardan adamın. Fakat belki de bıkmıştır kıştan, illa Shakespeare okuyacaksa, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”na ne der: “Düz değildir asla gerçek aşkın yolu…”Yüzünü buruşturuyor kardan adam ve süpürgesini kaptığı gibi kovalamaya başlıyor beni. XVIII. yüzyıl bakır levhalarındaki halini alıyor: Asık yüzlü çatık kaşlı, süpürgesini havaya kaldırmış korkutucu bir yaratık… Kışın sembolü olarak popüler olduğu zamanlar… Çocuk edebiyatının sevimli bir motifine dönüşmesi için bir yüz yıl daha geçmesi gerekiyor. Kartpostallarda gülümsemeye başlayacak erimezse.Bir yüz yıl daha dayandı kardan adamlar fakat eriyen postacılar oldu. Yerde havı dökülmüş deri bir çanta ve küflü bir bisiklet kaldı. Bir de yerine ulaşmamış bir gazete rüzgârın dalgalandırdığı: “Kanada’da 146 yıllık posta idaresi Canada Post’un, kapıdan kapıya posta dağıtımını durduracağı, 8 bin postacının işine son vereceği bildirildi…”Süpürgesini çekiyorum kardan adamın ve eline bir kitap tutuşturuyorum: “Karlar Kraliçesi” Andersen kar tanelerinin yere düşüşü gibi ağır ağır anlatmaya başlıyor masalı. Bir şeytan, güzeli çirkin, çirkini güzel gösteren bir ayna yapar. Fakat bir gün onu elinden düşürür ve ayna binlerce parçaya bölünerek her biri insanların arasına düşer. Kimin kalbine isabet etse o kalp buz keser. Kimin gözüne düşse etrafındaki her şeyi çirkin ve kötü görür. Bütün dünyaya yayılır parçalar. Komşu çocukları Kay ve Gerda yazları gül çalısının altında her zamanki oyunlarını oynarken aynanın parçalarından biri Kay’in kalbine saplanır ve kalbini buza çevirir…”Sonu sonsuzluk olsa da ne üzücü bir masaldır Karlar Kraliçesi. Güzeli çirkin, çirkini güzel gösteren aynaların parladığı bir dünyada yaşamak ne iç karartıcıdır. Bu masalın içine girip avazı çıktığı kadar bağırmalı: Kalbinize ve gözlerinize dikkat! Şeytanın binlerce parçaya bölünen aynasına sakın bakmayın. Her biriniz aynasınız diğerine. Yansımalarınızı sırsız bırakmayın!Kar yağıyor ve spiker ülkede savaş çıkmış gibi anlatıyor kar yağışını. Yollar kapanmış, arabalar durmuş, uçaklar seferlerini iptal etmişler, çocuklar okul çantalarını fırlatıp kardan adam yapmaya başlamışlar… Kartopu savaşları bütün şiddetiyle devam ediyormuş. “Aman sokağa çıkmayın!” der demez atıyorum kendimi sokaklara. Kapıdan çıkar çıkmaz bir kar tanesi konuyor kirpiklerime. Bir başkası siyah paltomun koluna: Zarif ve karmaşık.
↧