“Azınlıklar” sayıca az olanlardır. Siyaset ve sosyoloji zemininde sayıca az olanlar bir devlette sayısal bakımdan az olup çoğunluktan farklıdırlar, sosyo-politik hayatı domine edemiyorlar.Bunun hukuki sonuçları azınlığın mahrumiyetlere katlanmak zorunda kalmalarıdır. Bu çerçevede azınlığın şöyle tanımlanabileceğini düşünüyorum: Bir toplumdaki çoğunluğa göre bazı mahrumiyetlere katlanmak üzere olan dini, etnik, dilsel ve siyasi az sayıdaki gruba denir.İslamiyet'i referans aldığımızda bu tanımsal çerçeve sorunludur. İslam bakış açısından ve tarihte teşekkül eden tecrübeden “azınlık” adı verilen bir statü mevcut değildir. “Azınlık (ekalliyat)” 19. yüzyılda Batı hukukuyla tanışıp toplumsal ve politik hayatı modern telakkiye göre kurgulamaya başlamamızla literatürümüze girmiş bulunmaktadır. Benim Hz. Peygamber (sas)'in Medine'deki tatbikatından –Medine Vesikası- ve tarihteki yerleşik uygulamadan çıkardığım sonuca göre Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkileri a) Muahid, b) Zımmilik esasına göre belirlenir. “Muahid”, Müslümanlarla dinleri dolayısıyla savaşmayan, düşmanlarıyla işbirliği yapmayan ve onları yurtlarından sürmeyen, dini arındırmaya tabi tutmayanlardır. Bu kategorideki gayrimüslimler muahittir, siyasi toplumu beraber kurma ve siyasi birliğe ortak olarak katılma hakları vardır. “Zımmi” olanlar ise Müslümanlarla savaşıp da yenilen gayrimüslimlerdir. Gayrimüslim statüsündeki “zımmiler” devletin merkezi yönetimine katılmazlar, ama sosyo-kültürel hakları –prensipte ve hukuk icabı- teminat altına alınır. İbadet, ibadethane, dinlerine göre öğretme-eğitme hakları korunur. Dahası sivil-medeni alanlarını, hayat tarzlarını dinlerine göre düzenleme hakları var, bunu kendi özerk hukukları ve mahkemeleriyle sürdürürler. İslam'da zımmilere tanınan haklar, modern demokrasilerde yurttaşların geneline tanınmış değildir. “Cizye” toplumsal ve kamusal hayatın genel finansmanına katılmak üzere gayrimüslimin üzerine terettüb eden vergidir, özel bir cezalandırma değildir. Cizye bugün bir tür “bedelli askerlik”e karşılık düşmektedir ki, yüz binlerce vatandaş “devletin zımmisi” olmaya can atmaktadır.Bu çizdiğim çerçeve İslam hukukunda amir hükümlere göre şekillenir, Kur'an ve Sünnet bunu emreder. Ancak tarihte gayrimüslimlerin bir gülistanda yaşadıkları söylenemez, gayrimüsimlere zaman zaman büyük haksızlıklar yapılmıştır, ancak bu zulümler İslam'a rağmen hukuk ihlalleridir.Bunları böylece anlattıktan sonra gelelim Hayrettin Karaman Hoca'nın çoğunluk-azınlık ilişkisiyle ilgili söylediklerine. Karaman Hoca şöyle diyor: “Liberal demokraside ısrar edilecekse (çare): hükümetlerin, bu rejime ters düşen devlet davranışlarına teşebbüs etmemesi, ama bireylerin de, muhtaç oldukları çoğunluğun hatırı için bazı özgürlüklerini 'gönüllü olarak' kullanmamalarıdır. İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı, değerleri çiğnenen çoğunluğun hakkı olur.”Karaman Hoca “liberal demokrasi”ye atıfta bulunup sorunun yapısal olduğunu işaret ediyor. Cevabi yazısında ise “özgürlüklerden gönüllü vazgeçme”yi bir durum tespiti olarak zikrettiğini söylüyor. Hal bu iken “azınlık” kabul eden liberal demokrasi “azınlık hakları”nı yasama ve anayasaların üstünde tutup koruma yoluna giderken çoğunluğa ters düşen hayat tarzları olan azınlıklar ile çoğunluk arasında çatışmaya yol açar. Bir yandan kararlar çoğunluk esasına göre alınır öte yandan çoğunluğun kararlarına kapalı azınlık hakları korunur. Bu kaçınılmaz olarak “çoğunluk ile azınlık” arasında çatışmaya zemin hazırlar. Çözüm “aykırı hayat tarzı”na sahip bireylerin veya azınlık grupların özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçmeleri değil; kendilerini ontolojik, itikadi, sosyal ve kültürel olarak tanımlayıp özerk varlıklarıyla siyasi topluma katılmalarıdır ki bu liberal demokrasilerin altından kalkabileceği bir sorun değildir. Yaşama tarzları aykırı olan azınlığın çoğunluk tarafından baskı görmeleri devletin çoğunluğu sert yasalarla baskı altına yol açacak, bu da toplumu kendi içinde ve devletle gerilime sokacaktır. Bu “yeni durum ve sorun”un çözümü için İslam'ın kaynaklarına yeniden bakmak gerekir.
↧