Esneme/uyuklama bulaşıcıdır. Karşıdaki, rehavet ortamının gereğini yerine getirir, küçük dilini gösterircesine esnemeye başlarsa, en dinç adam bile gaflete düçar olabilir.Hele bir de toplu esneme seansları yapılıyorsa! Koro halinde söylenen son ninni, devleti akladıkça aklıyor, pakladıkça paklıyor, kutsal bir metafor haline getiriyor. Üstelik daha düne kadar devlet düşmanlığını cihat zanneden kitleler arasında yapılıyor bu toplu hipnoz. Ve maalesef hiçbir dönemde devlete düşmanlık yapmamış kitlelere karşı yürütülüyor operasyon.Daha beş-on yıl öncesine kadar, “Bu ülkede cuma namazı kılınmaz; burası dar-ül harptir.” diyen bazı ‘İslamcı entelektüeller’, şimdilerde ekran başına bağdaş kuruyor ve “Devletin gücü, devletin kutsallığı, devletin sırları...” üzerine nutuk irat ediyor. E hani devlet ‘tağut’tu! Bu nasıl bir savrulmadır ki bir yandan o ‘Tağut’a bu kadar serfürû edecek; diğer taraftan kanun ve nizama hep saygı duymuş insanlara karşı aba altından sopa göstermeye cüret edip ‘örgüt’ suçlamasında bulunacaksınız?Bir zamanlar en müstağni kanaat önderlerini bile ‘devletçi’ olmakla suçlayan birileri, silahlı mücadele yerine gönül fethini tercih edenleri ‘korkaklık’ ve ‘pısırıklık’ ile itham etmiş, anarşiye karşı çıkmayı ‘devlete esaret’ gibi yaftalamışlardı. Şimdilerde devlet derken kendinden geçiyor, herkesi kafasındaki ‘yeni devlet’ karşısında secde etmeye zorluyor.Kural hep aynı: Kendini ‘devletin gerçek sahibi’ gibi gören, herkesi köle gibi görmek ister. Öteden beri bu böyledir. Asıl vesayet de budur. Modası geçmiş bir telakki. Modern devletler kutsal değildir ki herkes ona aklını, ruhunu, iradesini teslim etsin. Devletin görevi bellidir: Asayişi sağlayacak, adaleti tesis edecek, hizmet götürecek. Bütün bunları halktan topladığı vergiyle yapacak. Yani devletin patronu halktır, vatandaştır.Türkiye gibi temel hak ve özgürlüklerin oturmadığı, vergi şuurunun demokratik denetim refleksine dönüşmediği, devletin iğneden ipliğe hesap vermediği ülkelerde sivil toplum şuuru da kısa sürede oluşmuyor. O kadar ki devlet, sivil toplum inşa etmeye, sivil toplum örgütlerinin bir kısmını diğer kısmına karşı tavır almaya zorluyor. Dün devleti başka kavramlarla kutsayanlar da benzer bir çaba içindeydi, ama olmadı; çünkü bugünkü açık toplumu devlet eliyle şekillendirmek mümkün değil...Acı gerçeği ‘siyasal İslamcı yazarlara’ ifade etmek zorundayım: Dün sisteme muhalif olmanın getirdiği avantajla şöyle ya da böyle fikir üretiyor, düşünce yeniliyordunuz. Bugün statükonun bir parçası haline gelerek kısır bir döngü ve kibir ile düşmanlıklara yol açıyorsunuz. Kendinizi devlet yerine koyunca herkesi ‘iç düşman’, ‘iç tehdit’ gibi algılıyor, kadim devlet günahlarına ortak oluyorsunuz. İç sistemi eleştirmekten çekindiğiniz, kendinizi ona eklemlenmiş gördüğünüz için iki yanlışı birden yapmakla karşı karşıyasınız. Bir: Sistemin zati vesayetini, dayatmacı ve dönüştürücü uygulamalarını görmezden gelerek bir emirle tasfiye ettiğiniz insanlardan hayali düşmanlar üretmek. İki: İçerideki sistemi kendi ürününüz gibi gördüğünüzden dolayı muhalif söylemi global düzlem üzerinden sürdürmek. İkisi de bir yanılsamadır ve kendi kendini oyalama ve tribünlere oynama taktiğidir...Devlet düşmanlığı da büyük bir hatadır, devlet kutsaması da. Devleti temellük eden, hem o aygıtın arızalarını göremez; hem de herkesi tehdit gibi algılar. On binlerce insanın ölümüne sebep olan PKK’ya ve onun ‘paralel devlet yapılanması’ olan KCK’ya bile sempati ile bakan birilerinin dünyanın en barışçı hareketine ‘çete’ demeye cüret etmesi; ya da ‘alternatif devlet’ benzemesine yeltenmesi korkunç bir hata değil de nedir!Bu ülkede vakıflar, dernekler, platformlar kurarak faaliyet gösteren kişileri ‘paralel’ olmakla suçlarsan, unutma ki, bu taciz gelir en başta seni vurur. Kendine düşünce kuruluşu diyen bir kurum, ‘paralel yapılar’ üzerinden korku salmaya kalkışıyorsa ve bu arada devlete ait bütün alanlarda kadrolaşıyorsa bir gün aynı suçlama ile yüz yüze gelmez mi? Hele bir de tayinlerde, terfilerde, tenkillerde etkin rol oynuyorsa, faaliyetleri sürekli fonlanıyorsa, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde gelir düzeyleri sürekli artıyorsa, bir gün benzer bir ithamla karşılaşmaları sürpriz olmaz ki!Meseleleri mecrasından saptırmamak lazım: Bir ‘cemaat’e ‘paralel devlet’ dediğiniz an, bütün cemaatleri aynı töhmet altına almış olursunuz. Daha kötüsü de söz konusu. Ülke yöneticilerinin en yakınları da vakıflar kuruyor, dernekler açıyor, okullar inşa ediyor, yurtlar talebe yerleştiriyor, vakıf üniversitelerine öncülük ediyor, öğrenci yetiştiriyor. Herhalde bunları hizmet olsun diye yapıyorlar. Bir densiz de kalkıp o insanlara ‘paralel devlet’ suçlaması mı yapacak? Sonu yok bu tür saçmalıkların. Katılımcı demokrasiyi elinin tersiyle iter, çağdışı bir statüko dayatmasına başvurursanız hem sivil toplumun genetiği ile oynamış, hem devletin meşru çizgisini aşmış olursunuz.‘Yeni vesayet, paralel yapı, alternatif devlet’ gibi uydurulmuş kavramların sosyolojik ve siyasi bir manası yok. Belli ki kraldan çok kralcılık yapmaya pek hevesli bazı kişilerin asıl maksadı insanları korkutmak, yıldırmak, susturmak. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dediği gibi “Kimsenin devletiyle ve iktidarıyla savaşma niyeti yoktur.” Herkes katılımcı demokrasinin kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirmek zorunda. İktidar nimetleriyle sermest olmuş bazı kadim ‘İslamcılar’ın herkesi düşünce tembelliğine davet etmesi ve toplu esneme seansları düzenlemesi, sadece İslam dininin tefekkür dinamizmine değil, aynı zamanda global meselelere çözüm aramakla yükümlü bir dünyanın düşünce çeşitliliğine darbe vurmak demektir. Vebali büyüktür...Çap bu mu olmalı?Maalesef nevzuhur kalemşorler eşliğinde infaz mangaları kuruldu. Hiçbirinin birkaç yıl öncesine kadar adı sanı bilinmiyordu. Ama şimdi hepsi ‘gazeteci-yazar’ sıfatıyla ekranlarda boy gösteriyor, bol bol tweet atıyor. İl ve ilçe teşkilatlarına “Bu kişilerin mesajlarını takip edin” diye talimatlar veriliyor. Bazılarının adı sanı duyulmamış internet sitelerinden başka bir evveliyatı bulunmuyor. Bazıları karanlık odalardan devşirilmiş tetikçi unvanıyla sahaya sürülmüş. Yalan, iftira, karalama, itibarsızlaştırma...Vefasız, kadirnaşinas bazı coşkun kişilerin yanına başka diyarlardan devşirilmiş kişiler eklemlenmiş. Şimdilerde yükselmenin şifresi ‘cemaat’e saldırmak, insanları itibarsızlaştırmak, etrafa korku salmak. Oysa bilemiyorlar ki Allah’tan korkan hiçbir şeyden korkmaz.‘Okur mektubu’ mahiyetinde yazarlara gönderilen karanlık mesajlardan bahsetmiyorum. Teşkilatta el üstünde tutulan, bilgi aktarımında bulunulan, adı sanı belli adamlar bunlar. Mesela biri küstahça diyor ki “Ya tüm cemaatler gibi hadlerini bilirler, ya da tamamen bitirilirler.” Vay vay vay! Bu ne büyük bir itham ve dengesiz bir iddia. Hangi cemaat/tarikat, fani bir güç karşısında diz çökmeyi, tevhit akidesi ve bin yıllık tasavvuf geleneğiyle telif edebilir! Bu ne kibir!Asıl üzerinde durulması gereken başka bir nokta var: Nevzuhur tetikçiler piyasayı işgal edince ve bunlar merkezde hüsnü kabul görünce, öteden beri tanınan muhafazakâr kalemlerin kimyası da bozuluyor. Nevzuhur tetikçiler, sadece hayali düşmanlarına saldırmıyor; aynı zamanda bunca zaman yazdıkları ve konuştuklarıyla muhafazakâr kesimde bir yer edinmiş insanları da baskı altına alıyor; hatta zan altında tutuyor. “Biz burada kıyasıya bir mücadele verirken siz...” diye başlayan cümleler aklı başında birilerini de topa ölçüsüz ve adaletsiz girmeye zorluyor. Bir yandan iktidar nimetlerinin ağır tortusu, diğer yandan yeniyetme infaz ekibinin ithamları arasında sıkıştırılma korkusu. Çetin bir sınav.Coşkunluğun tatminsiz gidişatı öteden beri yazı yazan ve toplumun bir kesiminde itibarı hâlâ devam eden insanları da tasfiye edecek bir azgınlığa doğru ilerliyor. Güdümlü ve hormonlu bir nesil, devşirilmiş yaban güllerini kulaklarının arkasına koyarak ikbal kapılarını zorluyor. Ne var ki belli bir duruş ile temayüz etmiş insanların ağzından çıkanı kulağı duymayan bu çocuklara yetişebilmesi imkânsız. Yetişseler kendi kendilerini bitirecekler; bildiğimiz haliyle kalsalar tasfiye edilmeleri söz konusu.Herkes için zor günler. Bu dönem geride kalınca, tıpkı diğer çetin devirlerde olduğu gibi, kimin vicdanıyla kimin talimatla, kimin istihbarat fısıltısıyla kimin yüreğinin sesiyle yazı yazdığı ortaya çıkacak. Bugün eline tutuşturulan evrak-ı perişanı gazete yazısı sanan ve bangır bangır bağıranlar yarın evlatlarının yüzüne bakamayacak. Keşke bu kadar savrulmasa insanlar, keşke öbür alemin bize yüklediği sorumluluk hiç unutulmasa. Keşke...
↧