Yasin Aktay’ın, katıldığı bir panelde “Türk dediğin bir sentezdir; Türk diye bir ırk yoktur” demesi kıyametler kopardı.Bizde bir insanın neyi temsil ettiği değil kimi temsil ettiği önemlidir. Bazıları onun partisini, bazıları da kökenini ortaya attı. Cemal Granda, “Atatürk’ün Uşağıydım” diye bir kitap yazdı; ömrünün sonlarına doğru Necip Fazıl’a, Atatürk’ün kendisine Anadolu’ya Vahdettin tarafından gönderildiğini söylediğini aktardı. Necip Fazıl ona; “Bunu yazılı olarak verir misin?” dedi, o da verdi. Üstad bunu Büyükdoğu’da yayınladı. Cemal Granda’ya bir şey olmadı, Necip Fazıl ancak rapor alarak ceza yemekten kurtuldu. Mahkeme Necip Fazıl’a; “Biz Granda’nın ne dediğini, senin de ne yaptığını biliyoruz.” dedi. Bir niyet okumasıyla cezai sorumluluğa hükmedildi. Hz. Ali, kendisine muhalif olan bir gruba haber gönderdi; “Benim hakkımda her şeyi söyleyebilirsiniz, bunlara mukabele etmem; ama fiiliyata dökerseniz tepenize inerim.” İşte biz hukuk bakımından Hz. Ali’den geriye gittik. Togan’ın, De Groot’un, daha pek çok büyük Türk tarihçisinin dedikleri aynı şeydi. Avrupalılar İslamiyet’i bizimle tanıdıkları için bütün Avrupa’da İslamiyet ve Türklük arasında fark olmadığı sanılıyordu. Almanya’da bir arkadaşımın kız kardeşi bir Arap’la evlenmişti, bir süre sonra o arkadaş bana geldi; “Kardeşim Türk oldu” dedi; çünkü onlar Türklükle İslamiyet’i müteradif olarak kullanıyorlardı. Irkçılık bize Avrupa’dan geldi. Mesela Almanya’da soyadı değiştirmek mümkün değildir; pek çok müstehcen soyadı vardır. Mehmed Akif’in babası Arnavut’tur; annesi Buharalıdır; evlerinde Türkçe konuşulur. Akif Alman olsa babasının soyadı ona verilir; cemiyette ayrı bir konumda bulunurdu; ama Türk olmanın hakkını Akif kadar hiçbir babayiğit veremedi. Ahmet Haşim, babası onu İstanbul’a getirdiği zaman hiç Türkçe bilmiyordu; fakat Haşim Türklerin önemli bir şairi oldu. Bizim kültürümüzde ırk değil, ehliyet hakimdir; Avrupa’da, Rusya’da, o milletten başkası başbakan olamazdı. Türkiye’de ise Osmanlı’dan beri Arnavut’tan, Boşnak’tan, Hırvat’tan, değişik milletlerden sadrazamlar gelip geçmiştir. İslamiyet’ten önce de bizim kültürümüz farklı değildi. Bilge Tonyukuk büyük bir ihtimalle Çinlidir. Bir insan bizim kültürümüzü, bizim kimliğimizi bilir, bizim duygularımıza hitap ederse o Türk’tür. Bizim ananemiz bütün insanlıkça kabul gördü. Biz insanlığı milletimizin üzerinde kabul ettik; bundan daha büyük bir şeref olabilir mi? Rivayet edilmektedir ki Hz. Nuh’un üç çocuğundan birinin adı Türk’müş. Tarihi dönemlere baktığımız zaman Türklerin, Peçenekler, Kırgızlar, Uzlar, Çepniler gibi değişik boylardan oluştuklarını görürüz. İlk tarih devrelerinde bizim tarihimizi hangi boy temsil ediyorsa, devletimize o boyun adı verilirdi; Hunlar, Göktürkler, Uygurlar vs. veya kahramanın adından dolayı Selçuklular, Osmanlılar gibi isimler verilmiştir. Türk, törenin adıdır, bizim töremize girmiş bütün milletler üst kimlik olarak öyle anılır. Yani, Hint, Çin, Cermen gibi bir üst kavramdır. Değişik boyların bir araya gelerek kurdukları devletlere de Türk denmeye başlandı. 873 senesinde Kıpçaklar, Peçenekler, Kürtler, Uzlar Macaristan’da bir devlet kurdular. Avrupalılar bu devlete Türk dediler. Daha sonra XIV. yüzyılda Kölemenlerin kurduğu Mısır’a Türk denildi. O devlet Kölemendi ama Peçenekler, Uzlar yani diğer Turani kavimler karışmıştı. Ardından Osmanlı’ya “Die Türkei” dediler. Çünkü Osmanlı’yı da temsil edenler Oğuzlar, Çepniler, Kürtlerdi. Şunu açıkça söylemeliyiz ki bizim tarihimiz bakirdir; Albert Sorel ders yılının ilk gününde öğrencisi Yahya Kemal’e sınıfta şunu söyler; “Coğrafyada kutuplar, tarihte Türkler meçhuldür.” Mesela biz Orta Asya’dan mı Ön Asya’ya geldik, yoksa Ön Asya’dan mı Orta Asya’ya gittik, bu husus bile tarihçiler arasında tartışma konusudur. Atalarımız bize insanlığı bırakmıştır; onun kıymetini bilmeliyiz. Batılı tarihçilerin şu hükmüne de sırtımızı dönmemeliyiz: “Türk ırkı olmasa tarih olmazdı.”
↧