Arka arkaya katıldığım iki toplantı, ülke olarak Suriye'de izlediğimiz siyasetin, iç ve dış politikaya dair ne kadar farklı sonuçlar doğurmaya başladığını görme imkanı sundu.Birincisi, Zaman Gazetesi'nin İngiltere Parlamentosu'nda düzenlediği ve Suriye krizinin ülkemizle beraber bölgeye yansımalarının tartışıldığı toplantıydı. İngiliz Muhafazakar Parti milletvekili Nick De Bois'in moderatörlüğünde yapılan panelde eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ve King's College Üniversitesi'nden Dr. Craig Larkin ile birlikte görüşlerimizi paylaştık. Suriye'de yaşanan trajedi ile gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda yakından takip ettiğim Bosna krizi arasındaki benzerliklere dikkat çektiğim konuşmada, her ikisinde de uluslararası sistemin büyük bir fiyasko yaşadığını hatırlattıktan sonra Türkiye'nin Suriye politikasını özetlemeye çalıştım. Uzun süren ihmalden sonra Ortadoğu'ya yönelen Türkiye için Suriye “komşularla sıfır sorun” siyasetinin parlak modeli, “Arap baharı” dalgasının Suriye'ye ulaşmasından sonra yaşananların her alanda çok başarılı sonuçlar veren yeni Ortadoğu yöneliminin geleceğini tehdit eden kötü bir örneğe dönüşmüştü.Ankara, değişimin ve kendi rejimi tarafından katledilen Suriye halkının yanında yer alarak, mültecilere kucak açarak doğru bir tercih yapmıştı ancak silahlı gruplarla ilişkisi ve aşırı özgüvenle yeni bir Hama'ya izin verilmeyeceği gibi yerine getiremeyeceği vaatleri yüzünden zaten kaçınılmaz olan sıkıntısını daha da büyütmüştü. Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da rejimle köprülerin erken atılmasının hata olduğunu ve ortaya çıkan boşluğu İran ve Rusya'nın doldurduğunu dile getirdi. Türkiye'nin kapasitesi, muhalefetin gücü, Baas rejiminin ömrü, İran ve Rusya gibi ülkelerin rolü, Batı ittifakının kararsızlığı gibi kritik konulardaki öngörüler tutmamıştı. Özellikle silahlı grupların kendi topraklarımızda konuşlanmasına izin verilmesi, toplumun da hiç destek vermediği sıkıntılı bir durumdu. Krizin büyük siyasî ve malî yükünü çekerken bir de Suriye muhalefeti içindeki “radikal gruplara destek veren ülke” suçlamasıyla karşı karşıyaydı. Eylül ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte BM Genel Kurulu için gittiğimiz New York'ta her yerde Türkiye'nin Suriye'de radikal gruplara desteklediği iddiasıyla sorgulandığını görüp afallamıştım. Londra'da da farklı olmadı. Toplantının ardından sorulan ilk soru, radikal gruplara Türkiye'nin desteği ve yeni tehdit değerlendirmesinde El Kaide'nin geri sıralara düşürülmesi hakkında idi. Hakkımızda oluşan imaj bu soruda açıktı. Suriye muhalefetine Türkiye'nin tek başına değil, aralarında ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle birlikte yardım ettiğini, baştan beri meşru muhalefet yeterince desteklenmediği için radikal grupların güçlendiğini, Hizbullah ve Cumhuriyet muhafızlarıyla Suriye'de fiilen çarpışan İran'a ses çıkarılmazken Türkiye'nin suçlu gibi gösterilmesinin adil olmadığını ama Ankara'nın da bu suçlamalara daha net cevaplar vermesi gerektiğini ifade ettim.Batı medyasında "Türkiye'nin radikal gruplara destek verdiğine" dair çok spesifik bilgiler içeren haberlerin doğruluk payı olabileceğine dikkat çeken Yaşar Yakış da "Güneş balçıkla sıvanmaz" yorumunda bulundu ve El Nusra'nın ABD tarafından terör listesine konulmasına Ankara'dan ifade edilen çekincelerin yanlış anlamayı güçlendirdiğini hatırlattı. Gerçi Türk elçiliğinden müsteşar Fatih Ulusoy, El Kaide’nin Türkiye’yi de hedef alan eylem yapmış bir terör örgütü olduğunu söyleyerek bu iddiaları yalanladı. Ancak Suriye krizi mevzi bir dış politika konusu olmaktan çıkmış, Türkiye'nin dünyadaki algısıyla ilgili olumsuz bir sürece dönüşmüş durumda.İkinci etkinlik, Suriye krizinin ülke içindeki derin etkisine dair kritik sonuçlarını gördüğüm, Alevilerin sorunlarının ele alındığı Abant toplantısıydı. Cemevlerinin statüsü, Diyanet'in yapısı ve zorunlu din dersleri gibi uzun zamandır tartışılan konularda yapıcı ve seviyeli bir diyalog yaşandı. Beni asıl etkileyen ise Suriye krizine yaklaşımdaki büyük farklılıktı. Toplumdaki genel kanaat, Suriye krizine taraf olmamızın nedeni, halkın değişim talebine katliamla cevap veren Esed'e karşı insani duyarlılık. Ama konuştuğum Aleviler hiç böyle hissetmiyordu. Onlara göre Türkiye mezhepçi bir siyaset izliyordu. Esed'i, radikal teröre karşı savaşan bir kahraman olarak görenler bile vardı. İnsanî amaçlı Suriye politikasının, Türkiye Alevilerini şimdiye kadar soğuk baktığı Ortadoğu'daki Şii çizgisine yaklaştırıcı etkisini görmek, benim için çok çarpıcıydı. Bir dış politika konusunda mezhep temelli bu denli ayrışma çok yeni bir durum.Çoktan sadece bir dış politika meselesi olmaktan çıkan Suriye krizi üzerine hepimiz soğukkanlı biçimde düşünmeliyiz.
↧