Şair Nazîm, kıskanılacak bir haykırışla buyurmuş ki: “Seni her kim severse ben rakîbim ya Rasulallah”.Sevgiliyi sevenlere rakip olan bu şaire rakip olabilmek ve onun söylediğini bir aks-i sada gibi samimiyetle, ta yürekten, gözyaşları içinde dillendirmek acaba kaç mümine nasip olmuştur dersiniz? Böyle bir rekabetin içinde olmaktan geçelim, bu rekabeti istemek ve bu uğurda niyet taşımak da az şey midir? Peki ya bu rekabete kalkışanlara kıskanarak bakmak, onları gıpta ile düşünmek?!.. Kıskanmak, elbette âşıklığın şanındandır. Yalnızca Allah âşıklarıdır ki Allah’ı birbirinden kıskanmaz. “Kıskanma”nın aşktaki ikinci evresi ise “benzemek”tir. Sevenin kendisini sevilene benzetmesi, onun gibi davranması, onun yaptığını yapması, söylediğini söyleyip, işittiğini işitmesidir. Onunla geçen zamanları yâd etmek, onunla yaşanan yerleri dolaşmak, onun vasıtasıyla tanınan kişilere itibar etmek, onun adı anılınca gayrete gelmek, ondan bahis açmak, onu korumak, sahiplenmek vs. vs. Buyurun, Kainatın Efendisi’ne âşık bir kuldan söz edelim. Ümmü Süleym diye bilinen muhterem kadın Rumeysa, günlerden birinde oğlunu Efendimiz’e getirip hediye etmişti. Çocuğun adı Enes idi. Malik’in oğlu Enes. Enes bu pazarlığa hiç itiraz etmedi, teslimiyet gösterdi ve on yıl kadar Rasulullah’ın yanında kaldı. Sevinciyle sevindi, üzüntüsüyle üzüldü. Onunla oturdu, onunla yedi, onunla yürüdü, onunla koştu. İyi günde ve kötü günde bir evlat gibi hep hizmetindeydi, bir evlat gibi hep sıyanet ve şefkat gördü. Sonunda ona o kadar benzedi ki, yürüyüşüyle, konuşmasıyla, oturup kalkmasıyla salt bir sünnet abidesi oldu. Bu derece yakınlık gönlüne de işlemiş olmalı ki, bir gün, ondan ayrı kalma düşüncesini hatırlayıp titredi. Yalnızca bir gün bile ondan ayrılacak olmanın hüznüyle, üzüntüsü ve kederiyle günlerce avareye döndü ve nihayet Efendimiz’e gelip, “Senden ayrı kalmaya dayanamam ey Allah’ın elçisi!” dedi, ağlayarak devam etti: “Sen gidince arkandan gelirim ama ya gittiğim yerde Seni bulamazsam. Onun için senden özel olarak şefaat dileniyorum, beni bırakma, tıpkı bu dünyadaki gibi orada da yanından ayırma.” Efendimiz gülümsedi ve ona şefaat sözü verdi. Fakat Enes şefaate nerede ihtiyaç duyulacağını kestiremiyordu. Devam etti: “Başım nerede sıkışır ey Allah’ın kutlu elçisi; nerede senden ayrı düşme ihtimalim vardır, söyle de seni orada arayayım.” “Beni Sırat’ta ara ey Enes, önce Sırat’ta ara.” Enes, buluşma mahallini öğrenmişti. Başının sıkılacağı yerde Sevgili ona randevu vermişti. “İyi de ya orada buluşamazsak!” diye düşündü Enes. Ya yollar kesilirse, ya Sırat’a vaktinde ulaşamazsa, ya bir aksilik çıkarsa!.. Vuslatı garantilemeliydi. Tekrar sordu: “Ya seni Sırat’ta bulamazsam ey Sevgili!” Efendimiz, hiç beklemeksizin Enes’in tereddüt ve endişesini giderdi: “O vakit Mizan’da bulursun, cancağızım Enes!” Enes’in dudaklarına gülümseme yerine bir hüzün geldi. Çünkü Sevgili’nin buluşma teklif ettiği yer öyle sıradan bir yer değildi. Mahşer yeriydi. Kalabalık kelimesi orası için icat olunmuştu. Orada kim kimi bulabilirdi ki, o Habib’i bulabilsin? “Ne olur ne olmaz” dedi içinden, “işimi garantiye almalıyım!” Yüzünü kızartıp yeniden sordu: “Ey Nebi! Ya Mizan’da yanına yaklaşamazsam?” Nebiler Sultanı onun gönlünü kırmadı ve “O zaman” dedi, muhatabının başını okşayarak, “Ey Enes, o zaman, beni Havuz’un başında bul. Bu üç yerden birinde mutlaka buluşuruz.” Enes’in aşkına bakarak şair Nazim’in o mısraının başını da okuyalım şimdi: “Reh-i aşkında bî-sabr u şekîbim ya Rasulallah - Seni her kim severse ben rakîbim ya Rasulallah (Aşkının yolunda öyle sabırsız ve hasretine öyle tahammülsüzüm ki ey Allah’ın elçisi, seni her kim severse (Enes bile olsa) ben ona rakibim (seni onun sevdiğinden daha çok sevmeyi isterim) ey Allah’ın elçisi.” i.pala@zaman.com.trBercesteBeşiktaş’ta Sinan Paşa Camii haziresinde medfun bir Şeyh Rıza Efendi vardır (ö.1746). Peygamber âşıkları arasında beni en ziyade etkileyenlerden biridir o. Neccarzade lakabıyla bilinir[1]. Rıza Efendi yalnızca mürşit değil, aynı zamanda mesnevihan, şair, ilim adamı, teşkilatçı ve tıp adamı. Müzikli psikoterapinin ilk uygulayıcısı. Beşiktaş Mevlevihanesi’nin bir bölümünde Şifahane-i İnsaniye ismiyle bir Bimarhane kurmuş ve burayı ülkemizin modern manada ilk akıl hastanesi olarak işletmiş. Dünyada bile yeni yeni yaygınlaşmakta olan psikotik tedaviyi bundan iki buçuk asır evvel uygulayan bu şeyh Hz. Peygamber’e olan aşkıyla şöyle buyurmuş:Lebin vasfında sultanım dehan âşık, zeban âşıkSana ey mihr-i tâbânım zemin âşık zaman âşık Sultanım!.. Sadece dudağının özellikleriyle (dudağından çıkan sözler ile) ağızlar da âşık, diller de… Ey parlayan kuşluk güneşim! Sana kâinat da âşık, çağlar da…[1] Gönül ehli bir dostun, tertemiz bir Allah kulunun himmeti eseri olarak bu günlerde (Kasım 2013) türbesinde restorasyon çalışmaları başladı. İyi haber şu ki, bu vesileyle Sinan Paşa Camii’nin zarif hünkâr mahfili de ihya olunacak.
↧