William Shakespeare’in “Hamlet” adlı oyunundaki ünlü cümlelerden biri, malum, şudur: “Danimarka devletinde kokuşmuş bir şey var…” Bugün için kamuoyunun hakkında pek az bilgi sahibi olduğu, İstanbul başsavcı yardımcılığının talimatıyla başlatılan ve düne kadar bakan oğulları, bürokrat ve işadamları dâhil 52 kişinin gözaltına alındığı “Büyük rüşvet” adı verilen operasyon, maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nde iyice kokuşmuş bir şeyler olduğu izlenimini uyandırıyor.Başta hükümete yakın olanlar, genelde medyanın anti-Hizmet kalem erbabı, bu operasyonun “Hükümet ile Cemaat arasındaki iktidar kavgası”nın bir tezahürü olduğuna dair klişeye sarılmakta tereddüt etmediler. Kimileri konu hakkında hiçbir şey bilmediklerini teslimle başladıktan sonra, operasyonun ABD’nin talimatıyla Cemaat tarafından başlatıldığını dahi iddia edebildi.Ben operasyonun nasıl yorumlanması gerektiği konusunda bu kimseler kadar kuşkusuz değilim. Üstelik Türkiye’de hâlâ, siyasî görüşleri, dinî inançları ne olursa olsun, esas olarak demokrasiye, hukuk devletine ve görevlerine bağlı savcılar ve emniyet görevlileri olduğuna inanacak kadar “saf” olmayı sürdürüyorum. Beni ilgilendiren; kimler tarafından, hangi saikle başlatılmış olursa olsun, bu ve başka soruşturmalarla Türkiye Cumhuriyeti’nde kokuşmuş olan bazı şeylerin ortaya çıkarılması ve pisliğin temizlenmesi.Beni ilgilendiren; 3 bakanın oğulları dolayısıyla, bir bakanın da doğrudan şahsını ilgilendiren soruşturmalar konusunda hükümetin ne yapacağı. İktidar partisi AKP saflarında bu konuda farklı görüşler olduğu anlaşılıyor. AKP Genel Başkan yardımcısı ve parti sözcüsü Hüseyin Çelik, “AK Parti olarak gerçeğin ortaya çıkarılması hususunda yapılması gerekenlerin eksiksiz yapılmasını istiyoruz…” diyor. Bunun için gerekenlerin başta geleni ilgili bakanların görevden çekilmeleri değil midir? Nitekim Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ‘Böyle bir şey başıma gelse tercihim istifa etmek olur.’ demedi mi?Ne var ki Sayın Başbakan’ın soruşturmaları “kirli ittifakların… çetelerin…” hükümete kurdukları bir “tuzak” olarak yorumladığı ve geçit vermeme kararında olduğu seziliyor. Başbakan yardımcısı da bir hükümete karşı psikolojik harpten, hükümeti yıpratma girişimlerinden, devlet içine yuvalanmış örgütlerden söz ediyor. Zaten soruşturmanın ilgilendirdiği bakanlardan biri de ilan etmedi mi?: “Bu soruşturmadan bir şey çıkmaz…” Soruşturmaya yeni savcı atamaları, kimi emniyet şube müdürlerinin “görevlerini kötüye kullandıkları” iddiasıyla görevlerinden alınmaları, hükümetin soruşturmaya müdahale etmeye çalışacağı kuşkusunu uyandırıyor. Başarılı olur mu, bilemiyorum. Ama umarım, olmaz.Birkaç cümleyle de Sayın Başbakan’ın Hakan Şükür’ü partisinden istifa ettiği gibi milletvekilliğinden de ayrılmaya çağırması konusuna değinmek istiyorum. Bu çağrı, Başbakan’ın milletvekillerini, milletin değil kendisinin vekilleri olarak gördüğünün çok açık bir ifadesi. Bunda haksız olduğunu da maalesef söyleyemeyiz. AKP başkanı olarak Başbakan’ın da, öteki partilerin liderlerinin de, kendilerini partilerinin “sahibi” olarak gördükleri muhakkak. Çünkü kimin milletvekilliğine aday olacağına, kimin yönetim kademelerinde yer alacağına tek başlarına onlar karar veriyor.Kanunla milletvekili adaylığı için tüm parti üyelerinin katıldığı önseçimi zorunlu kılarak mı, yoksa dar bölge çoğunluk sistemini getirerek mi olur bilemem ama her durumda partilerde lider sultasına son verecek önlemleri almadan Türkiye’de temsili demokrasiyi yerleştirmenin mümkün olmayacağı muhakkak.
↧