![]()
Yahya Kemal, Atik Valide Külliyesi’ni ve etrafında oluşan mahalleyi çok sever, özellikle 1930’ların başında Moda’da otururken hemen her gün keşfe çıkardı.Bir Ramazan günü yine Üsküdar’a geçmiş, oradan Atik Valide’ye yürümüştü. İftara beş on dakika kala hâlâ sokaktaydı; insanlar evlerine çekilmiş, sofralarının başında iftar topunun atılmasını bekliyorlardı. Kendini birden kimsesiz ve içinde yaşadığı topluma çok yabancı hissetti. Fakat hissettiği aynı zamanda derin bir şiirdi; Türk halkının İslâm’ı anlayışı, yaşayış biçimi, tevekkülü ve iftar saatindeki derin sessizlik, ona “Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz” mısraının geçtiği meşhur “Atik Valde’den İnen Sokakta” adlı şiirini ilham etmişti. Aziz şair, acaba Atik Valide sokaklarından gezerken, aşağıda, külliyeye bağlı bazı yapılarda çile dolduran mahkûmların varlığından haberdar mıydı? Sultan II. Selim’in başkadını Nurbânû Sultan tarafından yaptırılan Atik Valide Külliyesi, Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biridir ve bugün Toptaşı olarak bilinen semtte bir yamaç üzerine yerleştirilmiştir. Nefis çinileriyle de meşhur olan cami, en yüksekte, etrafa hâkim konumdadır. Cami, medrese, hankâh ve darülkurra külliyenin birinci yapı grubunu oluşturur. Darülhadis, sıbyan mektebi, imaret, tabhane, darüşşifa ve kervansaraylar ayrı bir grupta bir araya gelirler. Sinan, ikinci gruptaki yapıların her birini tek avlulu, fakat bir bütünün parçaları olarak tasarlamış, arazinin eğiminden doğan problemleri de bunları merdivenlerle birbirine bağlayarak çözmüştür. Atik Valide Külliyesi’nin ikinci gruptaki yapıları, 1852 yılında özellikle yoksul vatandaşların tedavi edildikleri bir hayır kurumu, 1865 yılında İstanbul’da baş gösteren kolera salgınında da hastane olarak kullanılmıştı. Bir süre de askeri depo vazifesi gören bu yapılar, 1873 yılında bimarhane, yani akıl hastanesi olarak hizmet vermeye başladı. Dr. Fatih Artvinli, “Delilik, Siyaset ve Toplum” üst başlığını taşıyan Toptaşı Bimarhanesi (1873-1927) adlı eserinde bu bimarhanenin acıklı tarihini anlatıyor. Deliliğin sosyal tarihinin bir psikiyatri kurumu olarak Toptaşı Bimarhanesi perspektifinden ele alındığı önemli bir eser... 1873 yılında Süleymaniye’den Toptaşı’na, 1924 yılında da Bakırköy’e taşınan kurumun yükseliş ve çöküşlerini, siyasî tarihe paralel üç reform dalgası halinde özetleyen Fatih Artvinli’nin anlattığına göre, Dr. Luigi Mongeri’nin Süleymaniye Bimarhanesi’nde başlattığı ilk ıslahat çalışmaları, kurumun Toptaşı’na taşınmasıyla başlamıştı. Bu ilk reform dalgasında mekân, ek koğuşlar yapılarak yeniden düzenlendi, daha da önemlisi, 1876 yılında Bimarhaneler Nizamnamesi yayımlandı. Bu nizamnameyle girişilen birinci reform dalgası, ne yazık ki, hasta sayısındaki hızlı artış, bu artışın zirve noktasında patlak veren ve bimarhanede ağır kayıplara yol açan 1893 kolera salgını yüzünden akamete uğramıştır. Sultan Abdülhamid döneminde, birçok muhalifin akıl hastası damgası vurularak Toptaşı Bimarhanesi’ne tıkıldığı dedikodusunun alıp yürüdüğünü hatırlatmadan geçmek istemem. Fatih Artvinli, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yapılan araştırmada, tek bir muhalife bile rastlanmadığını söylüyor. Ancak Said-i Nursî’nin kısa bir süre burada tutulduğu bir gerçektir. Meşrutiyet yıllarında sağlık bürokrasisinin yenilenmesi, bimarhanenin basın yoluyla gündeme getirilmesi, psikiyatriye dair yayınların ve tartışmaların başlaması, bimarhanenin fizikî altyapı ve donanımının azçok yenilenmesi, öte yandan Haseki Mecanin Müşahedehanesi’nin açılması yeni bir iyimserlik dalgası yaratmıştır. Ne var ki bu iyimserlik havasında başlayan ikinci reform dalgası da, birbiri ardınca gelen savaşlar yüzünden tam bir çöküşle sona erecektir. Toptaşı Bimarhanesi’nde son reform dalgası yine siyasî tarihle örtüşecek biçimde Cumhuriyet’in ilânının ardından gerçekleştirilmek istenir. Dr. Mazhar Osman’ın öncülük ettiği bu reform, psikiyatri ile birlikte nöroloji ve nöroşirurjinin bir ekip etrafında kurumsallaşması ve bimarhanenin daha geniş bir araziye, Bakırköy’e taşınmasıyla sonuçlanır. Görev yapan hekimlerin ağırlıklı olarak Fransız psikiyatrisinin etkisinde olduğu Toptaşı Bimarhanesi, bu dönemde Alman psikiyatrisinin hâkimiyetine girmiştir. 1920 yılında Toptaşı Bimarhanesi’nde başhekim olarak göreve başlayan Mazhar Osman’ın şöhreti, bimarhaneyi bile aşar. Yakın zamanlara kadar “Mazhar Osmanlık” (“masarosmanlık”) olmak, delirmek anlamına gelirdi. Toptaşı Bimarhanesi, yukarıda da belirttiğim gibi, 1924 yılında Bakırköy’e taşınmış, ondan boşalan mekânlar da vakit geçirilmeden cezaevi haline getirilmişti. Nâzım Hikmet’ten Kemal Tahir’e, Necip Fâzıl’dan Nihal Atsız’a kadar nice şair ve yazarı ağırlamış (!) olan meşhur cezaevi... Yakınlarda galiba Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’ne tahsis edilmiş. Fatih Artvinli’nin Boğaziçi Üniversitesi tarafından yayımlanan kitabı hakikaten önemli. Aşağı yukarı aynı günlerde Akçağ Yayınevi de Prof. Dr. Mehmet Narlı’nın “Türk Roman ve Öyküsünde Deliler ve Delilik” alt başlığını taşıyan Edebiyat ve Delilik adlı kitabını çıkardı. Bu iki kitabın birlikte okunmasında fayda var. Sonuç mu? Okuduğunuz yazıyla boğuşurken kafam şu günlerde olup biten akıl almaz olaylarla meşguldü ve dilimde Keçecizade İzzet Molla’nın şu beyti geziniyordu: Bi-hakk-ı Hazret-i Mecnûn izale eyleye Hak Serimde derd-i hiredden biraz eser kaldı “Başımda akıl derdinden az bir iz kaldı; Allah, onu da Hazret-i Mecnûn’un hakkı için (yüzü suyu hürmetine) gidersin.”