Bakara Sûresi 232. ayetinde Allah şöyle buyuruyor: “Kadınları boşayıp da onlar iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşru ve maruf surette, (aklın ve dinin gereklerine uygun şekilde) eski kocaları ile tekrar evlenmelerine engel olmayın.Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inananlara öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Ayetin bir cümle ile anlatacak olursak nüzul sebebi şu: Malik b. Yesar’ın kız kardeşi, boşandığı kocasıyla tekrar evlenmek için anlaşmış ama abisi buna engel olmak istemiş ve mealini okuduğunuz ayet nazil olmuştur. Aslında ayet sadece boşanmış çiftin velilerine değil, kapalı ve açık bir biçimde hem karı-kocaya, hem böylesi bir hadisede taraf olabilecek yakın-uzak çevrede yer alan bütün insanlara hitap etmektedir. Karı-kocaya; böylesi bir kapının açık olduğunu, daha önceden kendilerini boşanmaya götüren geçimsizlik sebepleri üzerinde durarak yeniden maruf ve meşru bir şekilde anlaşmalarının daha iyi olacağını ifade etmektedir. Velilere; çift anlaştığı takdirde buna engel olmamalarını; yakın çevreye de işi yokuşa sürecek, meseleye hep olumsuz tarafından bakacak bir tavır sergilememelerini söylemektedir. Bunlar ayetin zahirinden anlaşılabilecek net manalar. Şimdi; öncelikle selef-i salihinden bazı fakihler ayetin muhatabının sadece veli olduğu şeklinde daraltıcı ve sınırlayıcı bir yorum içine girmiştir. İki; “engel olmayın” şeklindeki nehy ifade eden net beyandan hareketle velilerin, çocuklarının evlenmesi ve evlendirilmesinde mutlak yetkisi olduğu yorumunu yapmışlardır ki bu lafzi bir yorumdur. Buna bağlı olarak velinin izni olmaksızın yapılan nikâhın geçersiz olduğu hükmünü vermişlerdir. Genelde Şafiilere ait olan bu yaklaşımı İ. Azam başta olmak üzere Hanefiler “Kocası ölen kadınlar, bekleme süresinin sonuna vardıklarında kendileri için ne yaparlarsa yapsınlar, onun size bir günahı yoktur.” (2/234) ayeti nazara alarak velinin yetkisinin mutlak manada genişletilmesine karşı çıkmış, insanın özgür iradesini bir başka tabirle kendi hakkında kendisinin karar verme yetkisinin olduğunu, Malik b. Yesar’ın tavrı neticesi inen ayetin de bu manayı desteklediği kanaatini sergilemişlerdir. Bu iki yaklaşım özelinde kısaca bir tahlil denemesi yapacak olursak; Allah’ın kelamını anlama mevzuunda elbette ayetin nazil olduğu tarihî ortamın, ayet lafızları ve o lafızların delaletinin, gramer kaidelerinin yeri var. Ama bu bazen Allah’ın muradını anlamak için girilen yolda araç olmaktan çıkmakta ve buna bağlı olarak bütüncüllük gözden kaçırılıp eskilerin tabiriyle “gâî manaların” veya “kasd-ı mütekellimin” göz ardı edilmesini netice verebilmektedir. Özellikle günümüzde, sözünü ettiğimiz yorumların, içtihadi görüşlerin yapıldığı dönem şartlarından çok daha farklı bir zeminde hayatını devam ettiren bizlerin bu türlü durumlarda Kur’an’ın tarih-üstü ve evrensel vasfını alarak farklı yorumlara ihtiyacımız olabilir. Bu bizler için hem Murâd-ı İlâhi’yi anlama hem de hayatımızı şekillendiren, dünya görüşümüzü belirleyen kuralları ortaya koyma adına kaçınılmaz bir vazifedir. Artık Şariin gayesi ile belli şartlar altında yapılmış tarihi yorumlar arasındaki farkı fark etmeliyiz. Bunu derken tam anlamıyla ne Fazlurrahman’ın “double movement”, ne Ferid Es’ad’ın “social and reader context” birleşiminden çıkardığı “recontectualisation” ne de Nasır Ebu Zeyd’in “bağlamcı okuma” adını verdiği yorumlama metotlarını kastediyorum. Aksine atomik yaklaşımın bizi Şariin maksadından uzaklaştırabileceğini söylüyor ve sadece sebeb-i nüzulü bilmek ve sebeb-i nüzulünü bildiğimiz ayetin muhtevasını destekleyen bir başka ayet veya sünnet ile içtihadî görüşün ne kadar değişebileceğini göstermek istiyorum. Velinin kızını/oğlunu istediği adayla evlendirme yetkisi var mıdır, sorusu bizi nerelere götürdü gördüğünüz gibi. Not ve özür: Geçen hafta bu köşede kaleme aldığım “Başörtüsü ve asl-usul fer’-füru’” başlıklı yazıda Hocaefendi’nin tartışmaya medar olan açıklamalarını ilk defa 1997 yılında yaptığını yazmıştım. Halbuki bu açıklama Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök ile yapılan röportajda söylenmişti; röportajın yayın tarihi ise 27 Ocak 1995. Aslında ne Refah Partisi iktidarı, ne 1995 Aralık seçimleri, ne de 28 Şubat rüzgârlarının söz konusu olduğu bu tarih bile başlı başına yapılan ithamlara cevap mahiyeti taşıyor. Düzeltir, özür dilerim.
↧