![]()
Sisin Londra’ya yaptığına bakın. Evet biraz küçültmüş, sınırları belirsizleştirmiş ama karşılığında nasıl da yeryüzünden kaldırıp göğe taşımış şehri.Kıskanmamak elde değil, insan sisin binalara, yollara yaptığını bizlere de yapmasını arzuluyor.Sis keşke azaltsa bizi, seyreltse, tenhalaştırsa, ışığımızı loş etse ve yavaş yavaş kurtulsak kendimizden. Sis tenezzül etse de bizi kendinde yeniden doğursa. Sakladığı güneş, gönlümüzde parlasa, düğümlerimiz çözülse de kumaşımızın esma ilmekleriyle tanışsak.Sis bize yeni bir elbise dikse. Şeffaf bir zırh gibi kuşansak onu, neşemizin saflığından başımız döne döne dolaşsak bu âlemde. Etse et, kemikse et, kansa kan ama bir bulut hafifliğiyle hareket etsek; ne bize çarpılabilse, ne biz başkasına çarpabilsek.Gel güzel sis, bizimle kalıbımız arasında perde ol ki vız gelip tırıs gitsin dünya. Gel güzel sis, kucakla bizi ki, özümüz uykuda bile uyanık kalsın. Gel güzel sis, şehirlerle oyalanma. Asıl taşlaşan bizleriz. Hadi nazlanma, sil bizi, erit bizi. Canımıza dostumuzu göster.***MİRó’NUN MURAD ETMEDİĞİÜnlü Katalan ressam Joan Miró, benim duygusal yakınlık kurduğum sanatçılardan değil. Yine de 60 baskı resmiyle İstanbul’a gelmişken, onu ziyaret etmemek olmazdı. 2008’de, çok daha büyük bir koleksiyonla Pera Müze’sine yerleştiğinde görmeye gidememiştim. Hiç değilse bu sefer, Tophane-i Amire’ye gidip kendisiyle bir yakınlık kurmaya çalışmalı, sevebileceğim bir eser seçme kaygısıyla hepsiyle tek tek göz göze gelmeliydim. Miró’nun, nesneleri birkaç küçük çizgiye indirgeme fikri güzeldi ama ortaya çıkan kompozisyon kaotik, hatta ürkünç geldi bana. Kendimi ne kadar zorlasam da, bazıları gibi onda bir şiirsellik ve çocuk neşesi bulamadım. Aksine öfke, isyan ve acı gördüm o renkli çizgilerde. O duygular da yakınlık kurmama yetmedi. Sergiden ayrılırken sanatçıya karşı hafif tertip bir suçluluk duygusu kaplamıştı içimi. Pes etmemeliydim. Muhakkak ki sevebileceğim bir Miró tablosu vardı. İstanbul’a gelmediyse bile, onu arayıp bulmam gerekiyordu.Haliyle eve dönünce internete girip Miró eserlerini yeniden taradım. Şu gördüğünüz mavi zemin üzerindeki siyah noktalarla kırmızı dikine çizgiden ibaret olan resimle karşılaşınca işte budur dedim. Yalınlık, açıklık, derinlik bana bakıyordu. Emindim ki eleştirmenlere göre bu sanatçının en başarılı yapıtı değildi. Ama ne önemi vardı? Ben sevmiştim. Sanki sağdan sola doğru bir akış vardı. BİR’e ulaşmaya çalışan SIFIR’ların o umut ve heyecan dolu seyrini hatırlatmıştı bana. SIFIR, ancak BİR’in yanında bir anlam kazanıyordu. Miró bu yorumumu duysa ne derdi acaba? “Ben böyle murad etmemiştim ama” diye başlayabilirdi cümleye. Sonunu nasıl getireceğini ise tahmin edemezdim.***KIRMIZI LALEÇoğunluk mu azınlık mı dikkat çekicidir? Duruma bağlı. Siyasi partiler ve örgütler kendilerine bağlı insanların çokluğuyla övünür; onları meclislere, meydanlara toplayarak varlıklarını sergilemek isterler. Ancak bu yoğunluğun içinde bir kişi, diğerlerinden farklı bir ses yükseltirse, hemen bakışlar kendisine yönelir. Sonuç o kişinin susturulması, en azından çemberin dışına çıkarılması olur. Farklılığın kabul görmesinin tek şartı, farklı olanın aynı zamanda güçlü de olmasıdır. Silahla ve ideolojiyle tahkim edilmiş bir liderin hakkıdır farklı olabilmek.Eğer azınlıkta kalan, sürünün parçası olamayacak denli özgün biriyse ve üstelik “herkes bana benzesin” iddiasında bulunmayacak kadar erdemliyse, payına düşen yalnızlıktır. Fakat bu sakin hali ona her zaman güvenli bir yaşam getirmez. Herkesin beyaz giydiği bir yerde kırmızı giymeye yeltenmek bile kışkırtıcı bir eylemdir. Ya beyaz giymeye zorlanacak, ya da kırmızı giyenlerin yanına kovalanacaktır.Bu fotoğraftaki kırmızı lalenin kaderi, farklı cazibesi yüzünden kararabilir. Kendi toprağından koparılıp hayatının son günlerini bir vazoda yaşamaya mahkum edilebilir. Halbuki onun kırmızı güzelliği, kocaman bir beyazlığın ortasındayken anlamlıydı. Şimdi, başka renklerin, başka biçimlerin, başka kokuların arasına konulduğunda, eskisi kadar dikkat çekmeyecektir. Ona reva görülen bu muamele aslında beyaz lalelere hakarettir. Çünkü, aralarında dost kıldıkları bir kırmızı yoksa, o laleler beyaz olduklarını bilmeyecekler, bu yüzden belki de vazodaki kırmızıdan önce solup gideceklerdir. Çoğunluğa kim olduğunu, azınlık söyler. Biri yoksa, öteki de yoktur...