Yatak odasında milyonlarca dolar bulunsun, evde rüşvetten alınan paralar için yaptırılan özel kasalara rastlansın, havaalanlarında, sokak ortasında rüşvet ödemeleri yapılsın, imar yolsuzluklarının, karapara aklamalarının bini bir para olsun, bunlara kamuoyu önünde bir açıklama getirmek yerine, sen gidip yolsuzluğu ortaya çıkaranları suçla!İddiaların üzerine gitmek gerekirken, yolsuzluğu tespit edenlere örgüt yaftası yapıştırıp ve onları apar topar görevlerinden uzaklaştır! ‘Paralel devlet’ de, ‘örgüt’ de ya da bulabileceğin başka süslü benzetmeler yap, kimi inandırabilirsin? Hangi vicdan ehli buna inanabilir? Oysa en son seçimlerde bile milyonlarca seçmen iktidar partisine oy vermiş, adil bir ülke için son bir gayret daha gösterilmesi gerektiğine olan inancını sandığa yansıtmıştı. İnsanlar, bu milletin yüzlerce yıllık kara bahtını bitirmek için son bir gayrete ihtiyaç duyulduğunu zannetmişti. Artık Türkiye, ideolojik hortumlamalardan kurtulacaktı. On yıllar boyu olduğu gibi 28 Şubat’ta da ‘laiklik elden gidiyor’ diye iktidarı kullananlar, bankaları hortumlamışlar ve ülkeyi büyük bir kaosun içine sürüklemişlerdi. İktidarı her kullanan, kendi aile fotoğrafındakilerin hortumlarını devlet hazinesine bağlamıştı. Bütün bunlar karşısında AK Parti’nin 10 yıllık iktidarına büyük bir ümitle bakıyor, Türkiye’nin adil bir ülke olmasına çok az kaldığını düşünüyorduk. Ancak son yıllarda yaşadıklarımız ve son operasyonla gördüklerimiz, bize büyük bir hayal kırıklığı yaşattı. Oğlu ve kendisi hakkında çok ciddi ithamlar olan bir bakan, iddialara açıklık getirmek, en azından bunun mahcubiyetini yaşamak yerine yolsuzluğu ortaya çıkartanları apar topar görevden alıyorsa burada inanılmaz bir gariplik var demektir. Görevden almakla da kalmayıp, bu insanlara örgüt suçlaması yapılıyorsa kusura bakmasınlar, ülkedeki herkes o örgütün gönüllü bir üyesidir. Yolsuzlukları böylesine ayan beyan ortaya çıkartanların örgüt diye suçlandığı başka bir ülke var mıdır dünyada bilemiyorum? Üstelik bu operasyonu polisler değil, savcılar yani yargı yapıyor. Yargı da bütün çağdaş demokrasilerde olduğu gibi Türkiye’de de yürütmenin paralelidir. Yani yürütmenin yaptıklarının yasalara, yazılı hukuka uygun olup olmadığıyla ilgilenen ayrı bir erktir. Savcılar gerektiğinde Türkiye’deki bütün emniyet teşkilatının da amiridir ve talimatları yürütmeden almazlar. Yürütmenin de bağımsız savcılara talimat verme yetkisi yoktur. Yasaların yazdığı bütün şartları yerine getiren, hiçbir kanunsuz işe ya da şaibeye bulaşmayan savcılara başka bir isim takmak en iyi ifade ile suçu örtbas etme girişiminden başka bir şey değildir. Eğer bir paralel yapıdan söz edilecekse yasal hiçbir yetkisi ve görevi olmadığı halde devlet gücünü kullananlardan bahsetmek daha gerçekçi olmaz mı? Son günlerde yaşananları görünce, “İyi ki İstanbul Başsavcılığı’nın yürüttüğü yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan İçişleri Bakanlığı’nın haberi olmamış. Yoksa bütün suçu savcının talimatlarını yerine getirmek olan Emniyet mensuplarının tamamı görevden alınır, hatta bütün Emniyet Teşkilatı lağvedilebilirmiş.” diye düşünüyor insan... Demokrasilerde seçilmiş olmak elbette ki çok önemlidir, hatta en önemlisidir. Ancak kanunsuz işler, ‘siyasi irade’ ifadesiyle açıklanamaz. Çünkü seçimlere giderken hiç kimse, ne kamuoyuna ne de seçmenine böyle şeyler yapabileceğini söylemişti. Seçimden önce ‘yolsuzluk yapmayı serbest bırakacağım’, ‘karapara aklayabilirim’, ‘rüşvet en tabii hakkımız’, ‘imar yolsuzlukları yapar, istediğime istediğim emsali verebilirim, bu da benim en doğal hakkım’ diye deklare eder, milletten de oy alırsanız gelir bunu uygularsınız. Bununla ilgili yasaları çıkartırsınız. Eğer böyle yapmıyorsanız, bu iddiaların hepsi hukuken suçtur ve sizin paralel yapı diye saçma sapan ifadelerle suçladığınız yargı bunları soruşturur, mahkeme de hesabını sorar.
↧