“Cemaat veya hizmet” adı verilen sosyal olgunun tasfiyesine şu gerekçeler gösteriliyor: “Cemaat”in ülke siyasetinde söz sahibi olması, bir sosyal gruba mensup insanların –kendilerini gizlemeden- bürokraside görev alması tabiidir, bunda herhangi bir tuhaflık yoktur.“Eski Türkiye’nin genel geçer laikçi” tutumunda resmi ideolojinin çerçevesini çizdiği kimliğin dışında kalanların kamusal alana katılmaları, görevlerini yerine getirirlerken kimliklerini görünür kılmaları mümkün değildi, ancak “Yeni Türkiye”de durum değişti. Tabii ki şu veya bu cemaate mensup kişilerin görev alması “devlete sızma” olarak görülemez. Bir cemaatin kendine belirlediği çalışma alanı dışında “siyasi görüşleri” de olabilir, nihayetinde sandığa gittiğinde cemaat üyesi bir siyasi tercihte bulunmaktadır. Bürokraside görev almak ile siyasi görüşe sahip olmak iki sebepten dolayı sorunlu görülüyor: (1) Şu veya bu cemaate mensup bir görevli kendi amirinin emirlerini yerine getirmek zorundadır. Memur kontrol ettiği kamu gücünü tarafsızca ve kamu yararı adına değil de kendi cemaati adına ve grup dayanışması çerçevesinde yerine getirmeye kalkışırsa sorun çıkar. (2) Belli bir siyasi görüşü olan cemaatin siyaseti tanımlanmış alanda kalarak yapmasına, şekillendirmeye ve etkilemeye kalkışmasına kimsenin itirazı olmaz, şu var ki siyaseti bürokrasi üzerinden yapmaya kalkışırsa iş değişir. Çünkü bu hem diğer cemaat ve gruplara karşı ‘haksız rekabet’ anlamına gelir, hem her seçim döneminde halka hesap vermek durumunda olan yürütmenin yetki ve imkanlarını suistimal olur. İtirazlardan ilkini “sorunlu”, ikincisini “haklı” buluyorum. Sebepler şunlar: (a) Söz konusu itirazı yapanlar –pür saf teorik bir ilkeden hareketle- bize ideolojiden bağımsız, değerden arınmış bir “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” resmediyorlar ki, bunun böyle olmadığı açık. Tarihsel kökleri, yüzyıllara yayılan tecrübesi ve modern versiyonu itibarıyla devlet kendini bir cemaat olarak algılamaktadır. Osmanlı’da mülkün sahibi olan “hanedan” aileye, kana dayalı küçük bir cemaatti; Cumhuriyet hanedanı tasfiye etti, adına “kadro” denen “kurucu cemaat”i ikame etti. Bu bürokraside her zaman şu veya bu cemaat/ grubun kendini devletin cemaati veya potansiyel sahibi –hatta hakiki maliki- görmesine ve temellük etmesine yol açıyor. Hatta bir cemaatin devlet içindeki varlığı bir güvence unsuru olarak algılanmaktadır. (b) Beslendiği geleneksel siyaset çizgisi –Milli Görüş-, kurucu kadrosu, üst seviyedeki siyasetçiler arasındaki ilişki biçimi, dışarıya karşı verdikleri tepkilere bakıldığında AK Parti de nihayetinde bir “cemaat” görüntüsü vermektedir. Sayın Erdoğan “kardeşi Abdullah Gül”ü cumhurbaşkanlığına aday gösterdi; önümüzdeki dönemde muhtemel bir siyasi yarışa karşı “Aramızda kardeşlikten öte bir hukuk var” denilmektedir ki bu liberal demokraside siyaseti yaptığı varsayılan “birey”lerin tepkisi değildir. (c) Kendince yanlış bulduğu davranışları dolayısıyla “bir cemaat” tasfiye edilirken, yerlerine ikame edilen bürokratlara bakıldığında –hepsi de çok değerli kimselerdir, itirazım liyakat ve ehliyetlerine değildir elbette- onların da “başka cemaatler”e mensup oldukları görülür. Bu sorun maalesef devlet gerçek manada adalet devleti oluncaya kadar sürecek. Fakat daha önemli sorun şudur: Diyelim ki bir cemaate mensup bürokrat amirine uymadı veya iktidardaki siyasi otoritenin genel çerçevesi dışına çıktı. Bu durumda tabii ki siyasi otoritenin bu bürokratı –idare hukukuna göre- azletme hakkı vardır. Ama bir veya birkaç -veya onlarca- bürokrat emir dışına çıktı diye eğitimden yargıya, emniyetten bürokrasiye uzanan bir tasfiye hareketine girişmek, hatta firma ve kuruluşları da cezalandırma kapsamına almak “ferdi suça kolektif ceza vermek” olur. Zannımca bu ceza İsra sûresi 15. ayetin hükmüne girer: “Hiçbir suçlu bir başkasının suçunu üstlenmez.” Amir hükme göre suç da, ceza da bireyseldir.
↧