![]()
Eriyoruz, çürüyoruz, göstere göstere intihara yürüyoruz. Yetmiyor, bir de cümle âleme rezil oluyoruz. Konu bir kez daha doping. Ama bu kez "pes" dedirtecek, "yuh" dedirtecek, "ayıptır, yazıktır, günahtır" dedirtecek boyutlara ulaşan doping. Tarihin hiçbir dönemine yansımayan, tehlike sınırlarını katlaya katlaya aşan, Türk sporunun karabasanı olan ve artık ülke sorunu haline gelen doping.TMOK bünyesinde oluşturulan Dopingle Mücadele Komisyonu, bu yılın 11 aylık döneminde bin 261 sporcuyu kapsayan bir çalışma yaptı. Sonuçlar feci olmaktan da öte, yüz kızartıcı, utanç verici. Bu sporcuların 132'sinde pozitif bulguya rastlandı. 38 sporcu ise numune vermekten kaçtı, doping ihlali yaptı. Halterde 297 sporcunun 47'si dopingli çıktı. Atletizmde 325 sporcunun 44'ü. Güreşte 95 sporcunun 20'si. Vucut geliştirme ve bilek güreşinde 134 sporcunun 13'ü, 28 ihlali de katarsanız 41'i. Su altında 34, judoda 51 sporcunun 3'erden 6'sı. Tekvandoda 35, bisiklette 16 sporcunun 1'erden 2'si.Uluslararası alanda kabul edilen tehlike sınırı yüzde 1,5-2 aralığı. Bizdeki genel oran yüzde 10,46... 38 ihlali de dahil ettiğinizde 13,48. Yani tehlike sınırının neredeyse 10 katı. Bazı dallarda vahametin boyutları dehşet verici beterlikte. Vucut geliştirme ve bilek güreşinde yüzde 30,59. Güreşte 21,05. Halterde 15,82. Atletizmde 13,53.Dopingle mücadele, uluslararası federasyonların ırkçılık gibi, şike gibi büyük önem verdikleri konulardan biri. Nitekim bu nedenle de yaptırımları çok ağır. Teknolojisi en ufak bir yasaklı maddeyi bile ortaya çıkarabilecek yeterlilikte. Gramın milyarda biri küçüklüğündeki bir doping bulgusu dahi saptanabiliyor artık. Ve en az 400 gün geriye gidilerek doping belirlenebiliniyor.Buna rağmen, bu devirde kim hangi akla hizmetle doping yapıyor, anlamak inanın çok zor. Sporumuz bir yandan bilgi eksikliğinin getirdiği cehaletin, diğer yandan da yılların ihmalinin, eğitim, denetim yetersizliklerinin ve tabii yönetim ilkelliklerinin ağır bedellerini ödüyor şimdilerde. Hedef ülke haline gelerek... Uluslararası federasyonların kara listelerine girerek. Sporcuları adeta potansiyel suçlu görülerek.Akdeniz Oyunları'na yansıyan bir aymazlığı daha öne yazmıştım. Dördüncü sınıf bir organizasyonda birinciye verilen ödülün 100'den 500 altına çıkarılmasının doping patlamasını tetiklediğini anlatmıştım. Ödül yönetmeliğinin teşvik değil, tahrik edici boyut aldığını ve artık değiştirilmesi gerektiğine vurgu yapmıştım. O yönetmelik, aynı görüşü paylaşanların da katkısıyla değişti. Doping sorunu TBMM'ye dek gitti. Lakin gelin görün ki iş işten geçti. Bir dolu yetenek, en verimli çağlarında tüketildi. Düşündürücü olan, hâlâ ders almayan, hâlâ tuhaf bir korumacılıkla direnç koyan bir sistemin varlığı. Bakın, Atletizm Federasyonu Disiplin Kurulu, Aslı Çakır Alptekin'i akladı! Uluslararası arenada sporumuz bu aklamayla yeni bir yara daha aldı! Şimdi Uluslararası Atletizm Federasyonu IAAF, çok büyük olasılıkla ömür boyu men istemiyle CAS'a gidecek. CAS da hiç kaçınılmaz o cezayı verecek. Ve sporumuz bir kez daha güven kaybedecek. Bıçağın kemiğe dayandığı noktadayız. Kürsülerimiz maalesef hormonlu! Ya ciddi, tutarlı, kararlı, çözüm odaklı olacak, şampiyonlarımızın bile gözünün yaşına bakmayacak, yönetici, antrenör ve sporcularımızı eğitip dopingden arınmış bir nesil yetiştireceğiz. Ya da...ÇALAN ÇALANARizespor'un Kasımpaşa maçında topla oynama süresi ne kadar, biliyor musunuz? 14 dakika 17 saniye! Bu devirde, bu yetersizlik, anlaşılır ve kabul edilebilinir değil. Hani karşısındaki rakip ezici bir üstünlük sağladı da Rizespor'a top göstermedi diyebilseniz, kurtarır bir yanı olacak. Lig ikincisi Kasımpaşa'nın da topla oynadığı süre 19.36 dakika! Uzatmalarıyla birlikte 95 dakikayı aşan bir maçta, top eğer 33.53 dakika oyunda kalmışsa bu bir futbol ayıbıdır. Ve maalesef ligimiz bu ayıpla yaşamaya, üstelik de hiç umursanmadan devam ediyor. Geçen hafta, "Sahada hırsız var" başlığıyla yazdığım yazıda, üst düzey liglerde 60 dakika civarında dolaşan topla oynama sürelerinin bizde çok düşük olduğunu belirtmiş ve oyundan ortalama 15 dakika çalındığını dile getirmiştim. Futbolumuzun en büyük sorunlarından biri bu zaman hırsızlığı. Ve kimse sorunun vahametinin farkında değil!15. haftanın ortalaması 46.36 dakikaydı. Geçen hafta bu ortalama daha da düştü. 44.58 dakikaya indi. 50 dakikayı yalnızca 1 saniye geçen tek maç vardı, Kayserispor- Konyaspor karşılaşması. Beşiktaş-Elazıspor maçı 40.26 dakika oynandı. Bursaspor- Erciyespor maçı 42.27, Galatasaray- Trabzonspor maçı 45.14, Akhisarspor- Sivasspor maçı 47.19, Antalyaspor- Gençlerbirliği maçı 49.20, Karabükspor- Fenerbahçe maçı 49.48 dakika. Cüneyt Çakır'ın Şampiyonlar Ligi'nde en düşük süreli maçı 56.59 dakikayla Celtic-Milan karşılaşmasıydı. Top, Shalke 04-Steau Bükreş maçında 58.39, Marsilya- Napoli maçında ise 63.18 dakika oyunda kalmıştı. 15. Haftada yönettiği Sivasspor-Rizespor maçı 50.14, geçen haftaki Eskişehirspor-Gaziantepspor maçı ise 46.17 dakika top oyunda kalarak oynandı. Bu örnekleme neyi gösteriyor? Batıda futbol ekonomisinin güçlenmesine paralel gelişen oyuna ve izleyiciye saygının artışını. Günümüz futbolunda temponun ve akıcılığın ne denli önem taşıdığını. Futbolda durağanlık devrinin çoktan sonlanışını. Taktik uygulamaların başarıya ulaşması için hızlı düşünme, çabuk uygulama ve süreyi olabildiğince verimli kullanmanın öncelikli zorunluluklardan biri haline gelişini. Ve bir de hakemlerin zaman geçirme ile ilgili ödünsüz yaklaşımını. Takımlarımız duyarsız. Futboldaki gelişmelere ayak uydurma konusunda umarsız. Peki hakemlerimiz? Başta da Avrupa'da farklı, Türkiye'de farklı performans sergileyen hakemlerimiz... Onlar niye bu denli müsamahakâr? Onlar niye böylesine kayıtsız?