Quantcast
Channel: ZAMAN-YAZARLAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Beşir Ayvazoğlu - Milli Rönesans meselesi

$
0
0
Şu günlerde yazmakta olduğum bir kitaba malzeme devşirmek için 1930’ların ve 1940’ların İstanbul’unda oyalanıyor, gazete ve dergi koleksiyonlarını tarayıp duruyorum. Hilmi Ziya Ülken’in 1938 yılı başlarında çıkarmaya başladığı, daha önce başka bir vesileyle de gözden geçirdiğim İnsan dergisini yeniden tararken, Sabahattin Eyüboğlu’nun bir yazısı dikkatimi çekti: “Yeni Türk Sanatkârı yahut Frenk’ten Türk’e Dönüş.”Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadoluculuk görüşünün savunulduğu Anadolu Mecmuası’na benzeyen İnsan dergisi bir çeşit hümanizma ve Rönesans peşindeydi. Hilmi Ziya Ülken, çıkış yazısında, temelleri Sümer’de atılan ilmin Yunan’da geliştirildiğini ve Müslümanlar tarafından işlenip genişletilerek Avrupa’ya aktarıldığını, Pirî Reis’in Kitâb-ı Bahriye’yi yazdığı tarihte bütün dünya ile temasta olduğumuzu, fakat zamanla içimize kapanarak “insanî medeniyetin inkişâfı ile bağlarımızı kestiğimizi”, bu tarihten sonra boş kelimeciliğin ve mücerret mefhumculuğun bizi öldürdüğünü ileri sürüyor, yeni dönemde Türkiye’nin asıl mânâsında bir Rönesans yapmakta olduğunu ve dünya kervanına yeniden katılacağımızı söylüyordu.Eyüboğlu, bu rönesansın metodunu açıkladığı söz konusu yazısında bir de formül geliştirmişti. Bu formülün esası Avrupa’yı derinliğine kavradıktan sonra kendi tarihimize, kültürümüze sanatımıza dönmek, onun büyüklüğünü ve derinliğini yeniden keşfetmekti. Yahya Kemal’in “Frenk şuuru”yla Türk şiirinin özüne varıp Türkçenin lezzetini keşfederek “eve dönmesi” yahut Burhan Toprak’ın Dante ve Pascal’dan yola çıkarak Yunus Emre’yi keşfetmesi gibi.Tezini açıklarken örnek olarak Yahya Kemal’in şiiri ve Türk kültürüne bakışı üzerinde özellikle duran Eyüboğlu, o günlerde bu görüşü yüzünden çok eleştirilmiş, hatta aynı dergide yakın dostu Nurullah Ataç’ın bile itirazıyla karşılaşmıştı. İnsan’ın beşinci sayısındaki “Yaşayan Mazi” başlıklı yazısında Ataç’a ve diğer eleştirilere cevap veren Eyüboğlu’nun şu cümleleri, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kaleminden çıkmış gibidir:“Mâziye dönüş, mâzinin zihniyetine dönüş olmamalıdır. Tarihî şuur eski dünyayı aynen yaşatmak değildir. Dünün kıymetlerini bugünün telakkileriyle ölçmeliyiz. Maziyi yaşatan tefsirdir. Eski güzelliklerin yeni mânâlarla dolması zaruridir. Aksi takdirde eskinin antikadan başka mânâsı yoktur. Mâzinin aktüel bir kıymet haline gelmesi, yeni şuurun süzgecinden geçmesi lazımdır. Mâzi için mazi hayatı ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramaz.” İnsan dergisinde hümanizma ve rönesans konusunda Eyüboğlu ve Ataç’ın temsil ettikleri iki farklı eğilimin varlığı hemen fark ediliyordu. İkinci sayıdaki “Hümanisma” başlıklı yazısında, Avrupa medeniyetinin köklerini kavrayabilmek ve asıl mânâsında bir hümanizmaya ulaşabilmek için mekteplerde Yunanca ve Lâtince öğretilmesi gerektiğini söyleyen Ataç’ın şu cümleleri, kısa bir süre sonra öncülüğünü yapacağı öztürkçenin gerekçesi gibiydi:“Dilimizin de gerek lügat, gerek nahiv bakımından esaslı bir surette değişeceğini zannedenlerdenim. Bugünkü Türkçe, Avrupa irfanının birçok mefhumlarını, fikirlerini düşünmemize elverişli değildir. Bu fikirlerin çoğunu -hemen hepsini- Lâtince ve Yunanca kelimelerle düşünmüşlerdir; bizim de o yola gitmemiz münasibdir.”Milli Şef devrinde Hasan-Âli Yücel tarafından uygulamaya konulan kültür politikası, başlangıçta Eyüboğlu ve Tanpınar’ın yaklaşımına daha yakın duruyordu, fakat hızla Ataç’ın temsil ettiği çizgiye kaydı. Sabahattin Eyüboğlu ve arkadaşları da bir süre sonra Ataç’ın peşinden Ege sularına yelken açtılar.1940’larda, kültür politikamız yeniden şekillendirilirken Ataç’ın temsil ettiği görüş benimsenmeseydi, bugün Türkiye başka yerde olabilirdi.Ben Hilmi Ziya’nın anladığı manada bir rönesansı gerçekleştirme ve dünya kervanına yeniden katılma fırsatını son on yılda azçok yakaladığımızı düşünenlerdenim. Bu fırsatın heba edilmesi büyük vebaldir.Ülkemiz ve bütün dünya için kavgasız, huzurlu, müreffeh bir yeni yıl diliyorum. DERKENAR ‘GALEYAN GELDİ Mİ MANTIK SAVUŞURMUŞ’ Yazmakta olduğum bir kitaba malzeme devşirmek için 1930’ların ve 1940’ların İstanbul’unda oyalanıyorum dedim; bu elbette olup bitenlere gözlerimi kapadığım anlamına gelmiyor. Yaşanmakta olan kardeş kavgasını uzaktan, çaresizce ve içim kan ağlayarak seyrediyorum. Bu fitne ateşine odun taşımaya, yakılan ateşe körükle gitmeye niyetim yok; iki tarafın da iddialarına kesin deliller gözüme sokulmadıkça inanmayacağım. Birbirine düşenler, benim dost bildiğim, kardeş bildiğim insanlar... Birileri, şimdi iki taraf gibi görünseler de, aslında aynı inanca ve sosyolojik tabana mensup insanların birbiriyle çatışmasını, birbirini yok etmesini istiyor. Asıl büyük oyun burada... Sorumluluk mevkiinde olanlar da, gazete ve televizyonlarda köşeleri işgal edenler de, bugünlerde, yarın pişman olacakları sözler söylememek için azami dikkati göstermek zorundadırlar. Bana sorarsanız, merhum Âkif’in Süleymaniye Kürsüsü’ndeki şu mısraları bugün yaşadıklarımızı da çok iyi anlatıyor: Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş... Doğru: Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının!

Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue