![]()
Akşamında Gezi olayının kontrolden çıktığı gün, Şehir Üniversitesi’ndeki panelde, AK Parti’nin 10 yıllık serüveni konuşulacak; Başbakan Erdoğan’ın danışmanlarından Yalçın Akdoğan da görüşlerini paylaşacaktı. Kritik günde söyleyecekleri önemliydi.Akdoğan, darbe girişimleri, kapatma davası, gece yarısı bildirileriyle geçen serüveni anlattı. Önemli tespitlerinden biri, iktidar-muhalefet ilişkisine dair sözleriydi. 10 yılda muhalefet; sanki devletmiş gibi statükocu bir tutum izlerken, AK Parti iktidarda olmasına rağmen muhalefet dilinin dönüştürücü enerjisinden yararlanmıştı. Bu önemliydi, zira benim gibi hükümeti destekleyen birçok isim, devlet içindeki vesayetçi yapıya karşı milletin muhalefetini temsil ettiği için AK Parti’yi savunuyordu.Yine Akdoğan’a göre AK Parti, içinden geldiği “Siyasi İslamcı” çizgiye mesafe koymuştu. Adil düzen gibi sonuçları test edilemeyen ve bir kesime hitap eden politika yerine somut başarıya dayanan ve herkese hitap eden reel politikalar benimsemiş ama idealleri unutmamıştı. İslamcı bir hareket olmamasına rağmen Müslümanlar için İslamcı siyasetten daha çok fayda sağlamıştı. Meşruiyeti sürekli tartışılan yüzde 20’lik bir tabandan, 12 Eylül 2010’daki referandumda yüzde 58’lik bir toplumsal koalisyona ulaşmasını sağlayan sır da buradaydı. AK Parti, ne bir İslamcı parti ne de Refah Partisi gibi bir kimlik partisiydi. Özelleştirmeden AB siyasetine her alanda Milli Görüş’ten farklı politikalar izliyordu. Siyasette Menderes ve Özal’ın çizgisini referans alıyordu. Nitekim Akdoğan, referandumda ulaşılan rekor başarının, tek başına AK Parti’ye ait olmadığını kabul ediyor; bunu, gerçek demokrasi isteyen liberal, İslamcı, sosyal demokrat, muhafazakâr, Kürt, Alevi gibi geniş bir yelpaze ile birlikte hareket etmenin sonucu olarak görüyordu. AK Parti sadece lokomotifti.Değerlendirme güzeldi ama o günü değil, birçok açıdan en az 2 yıl öncesini anlatıyordu. AK Parti hâlâ lokomotifti ve daha iyi alternatif belirmemişti. Ama hem lokomotifin istikameti hem de yüzde 58’i oluşturan vagonlarla ilgili ciddi sıkıntılar başlamıştı. İktidar sözcüleri, açıkça gelecek 10 yılın ve yol arkadaşlarının geçmişten farklı olacağını söylüyordu.Gezi’de çadırların zabıtaca yakılıp suçun polise atılması, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen gerilimin sürdürülmesi, olayla ilgili birçok komplo teorisinin arasına camianın da suçlular listesine yazılması, ertesinde artan otoriterleşme eğilimi, basın özgürlüğü alanındaki sıkıntılar, kutuplaştırıcı üslup ve eskide kaldığı düşünülen kimlik siyasetini çağrıştıran girişimler, AK Parti’yi kendine ait demokrasi karnesinden hızla uzaklaştırıyordu. Bir zamanlar vesayetçilerin kapatma tehdidiyle karşı karşıya kalan AK Parti’yi, şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Dayatmalar, demokratik hukuk devletinin sicilini bozar.” diye ikaz ediyordu.Yalçın Akdoğan’ın parlak konuşması ile acı gerçekler arasındaki bu uçurumu gören hocalar ve üniversite öğrencileri, soru sormaya çok istekli olsa da buna imkân verilmedi. Kafalardaki soru şuydu: Eski vesayet geriledi ama AK Parti ne kadar demokrasi vaat ediyordu? Bugün yaşananlar, büyük bir yanlışlıkla AK Parti-cemaat çekişmesi gibi konuşulsa da asıl mesele aynı: Türkiye ne oranda gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti olabildi?Eleştirel yazarların köşelerini kaybettiği, farklı düşünen işadamlarına vergi müfettişleri gönderildiği, maden ruhsatlarının iptal edildiği, teşebbüs hürriyetini engellemek için planların yapıldığı, artık anayasa suçu olmasına rağmen fişlemelerin sürdüğü, bu fişlere göre tasfiye ve sürgünlerin yapıldığı, yolsuzluk soruşturması nedeniyle Cumhurbaşkanı Gül ve Meclis Başkanı Çiçek’in ifadeleriyle yargı bağımsızlığının fiilen rafa kaldırıldığı, bir yıl önce Yalçın Akdoğan’ın “Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşması” diye övündüğü Ergenekon darbe davalarından artık kumpas diye söz edildiği, AB’nin sıkıntı Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kurtuluş olarak görüldüğü, yüzde 58’lik demokrasi koalisyonundaki dostların düşman ilan edilip, terör örgütü ve cuntaların dost gibi görülmeye başlandığı bir manzara, yukarıdaki sorunun cevabı açısından çok umut kırıcı.Başbakan Erdoğan’ın, yolsuzluk operasyonu sürecindeki yayınları nedeniyle son yurtdışı gezisine almadığı gazetelerin listesi aslında problemi, sorunu açıkça gösteriyor: Haber Türk, Hürriyet, Milliyet, Vatan, Zaman, Taraf, Bugün, Radikal, Posta, Cumhuriyet, Yeni Asya, Ortadoğu, Milli Gazete… Teşhis doğru konulmazsa tedavi de doğru olmaz. Açık konuşalım: Başbakan Erdoğan’ın 45 yıllık arkadaşı, partinin kurucularından ve eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ifadesiyle, Ak Parti’yi yönlendiren “niyetlerinden emin olunmayan bürokratik ve politik dar bir oligarşik kadro” camiaya karşı düşmanca bir yaklaşıma kaymış olsa da asıl mesele, aynı mahallenin çocukları olan AK Parti ile cemaat arasındaki çekişme değil, bütün toplumu ilgilendiren demokrasi ve hukuk sorunudur. Tek çözüm ise gerçek demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine dönüştür.