![]()
Eşim Nevin Sungur ile birlikte Türkiye hakkında yazdığım ‘The Turks Are Coming’ (Türkler Geliyor) isimli kitabı tanıtmak için bu hafta Hollanda’ya dönüyorum.Bahse girerim, daha önceki tanıtımlarda olduğu gibi, yine Türkiye’nin İslamcılaştığı iddiasıyla ilgili sorular gelecek en çok. Son alkol karşıtı yasalar, Başbakan’ın ‘dindar nesil’ yetiştirme rüyası, kürtaja karşı ve Türk kadınlarının en az üç çocuk yapması gerektiğine dair çıkışları başka nasıl yorumlanabilir?Böyle anlarda, Türkiye ile pek ilgilenen Hollanda halkı ve diğer Avrupalıların, Türkiye’de de hararetle tartışılan bu mesele hakkında tarafsız ve bilgili Türk kanaat önderlerinin neler söylediklerini takip edecek zamana ve arzuya sahip olmalarını dilemişimdir hep. Mesela, onlara, ODTÜ’de profesör olan ve Today’s Zaman’da yazan İhsan Dağı’nın makale ve köşe yazılarını okumalarını tavsiye ederim. Dağı, iki gün önce, yine, iktidar partisinin Kemalist seleflerinin sosyal mühendislik stratejilerini benimseme eğilimiyle kamusal yaşamı -söz konusu AKP olduğundan bu kez İslami, muhafazakâr kural ve değerlere göre- düzenleme çabası hakkında yazdı. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili tartışmayı özellikle alakadar eden, Dağı’nın isabetli bir formülasyonla vardığı sonuç: “Laiklerin iddiasının aksine, bu İslamcılık değil, muhafazakârlardan gelen halk desteğinin arkasına saklanan ve devletin ‘tek doğru yaşam biçimi’ dayatan düzenleyici gücünü kullanan postmodern bir otoriterlik.’’Türkiye’de olan bitenleri anlamak için İslamcılaşma ile muhafazakâr ahlaki ilkeler-davranış standartları arasında ayrım gütmenin elzemliği konusunda Dağı ile hemfikirim.Niye mi?AKP, tartışmalı meselelerde (alkol, kürtaj, cinsiyet eşitliği, eşcinsellik) Polonya, İrlanda, Portekiz gibi ülkelerin muhafazakâr partileri ve hatta ABD’deki Cumhuriyetçi Parti ile hemen hemen benzer görüşlere sahip. Tüm bu partiler, semavi dinlerden birinin, benim katı bulduğum belli bir yorumuna dayanan ortak bir düşünce yapısını paylaşıyor. Bu Türkiye’de İslam, Polonya’da Katolik Kilisesi ve ABD’de de Protestanlığın aşırı biçimleriyle doğrudan bağlantılı bir durum. Ve İsrail’de ultra Ortodoks Yahudilerin kendi kültür savaşlarını verdiklerini de unutmayalım.Ben, farklı bir düstur ve değerler dizisini temel aldığımdan, yıllarca Avrupa çapında bu muhafazakârlık çeşitlemelerinin hepsiyle tartışmaya girdim. Vardığım sonuç şu: Muhafazakâr fikirleri yenmenin en iyi yolu, muhafazakâr seçmenin bir kısmını da cezbedecek çekicilikte fikirlerle ortaya çıkmaktır. En önemlisi: İkna etmeye çalıştığın kişinin dini inançlarını asla yaralama ya da küçümseme. Çoğu insan, belli bir konudaki görüşlerini değiştirmeyi göz önüne almaya oldukça isteklidir. Çok değer verdikleri o dinle aralarına mesafe koymaya ise kesinlikle hazırlıklı değildir.Türkiye’de halihazırdaki gelişmeleri İslamcılığın karşı konulamaz yükselişi çerçevesine sokmak, öncelikle olgusal bir yanlış. Zira AKP iktidarı 10 yılı devirdi ama Türk devleti şeriatla yönetilmiyor, yönetilmeyecek de ve topluma özellikle İslami fikirler de dayatılıyor değil. Aynı zamanda bu çerçeve ters tepiyor ve koyanı vuruyor. Zira Türkiye’deki tüm sorunların temel sebebinin İslam olduğunu ve sofu Müslüman çoğunluğun Türkiye’yi ele geçirdiğini ima ediyor. Bu eğilimi tersine çevirmenin özünde demokratik bir yolu olmadığı izlenimi yaratıyor.AKP’nin son manevralarından bazısını, daha önce bağnaz laiklerin icat ettiği mekanizmaları kullanmaya başlayan bağnaz muhafazakârlığın Türkiye’ye özgü harmanının örnekleri olarak analiz etmek çok daha anlamlı. Açık görüşlü muhafazakârlar dahil, her kesimden demokratlar için bu fikirlere meydan okumanın tek yolu, daha iyi ve albenili alternatifler sunmak. Bu strateji, diğer Avrupa ülkelerinde başarılı oldu; dini bütün çoğunluk inançlarına bağlı kaldı, ama nihayetinde, güçlü muhafazakâr partiler siyasi hatalar, iç bölünmeler ve aşırı dozda özgüvenin sonucu olarak seçmen üzerindeki hakimiyetini kaybetti. Türkiye’nin bu fenomene niye bağışıklığı olsun ki?