Üslup, geçerli çözüm metodunun çok önemli bir şartıdır. Düşünce üretme gücünde ve samimiyetinde olanlar çözüm, olmayanlar ise düğüm üretir.Goethe, “Çözüme katkı sunmayan, problemin bir parçası olur” diyor. Güzel bir söz. Adının çözümcüye çıkması önemli değil. Doğru çözüme katkı sunan düşünceler üretiyor ve bunu gereken üslupla ifade ediyorsan, ne âlâ! Bunu yapmıyorsan, problemin bir parçası olursun, problemi derinleştirip büyütürsün. Benim ölçüm ve vasıflandırma kriterim bu.Önce çözümün ne demek olduğunu vuzuhlandırmak gerekir. Nedir çözüm? “Kanın durması” şüphesiz ki güzel ve etkili bir şey. Kanın akmasını istemek, her şeyden önce insanlıkla bağdaşmaz. İnsan olan böyle bir şey istemez. Ama bu söz çözümün tarifi olamaz.Bir devlet sizden toprak talebinde bulunsa ve kabul etmediğiniz takdirde size saldıracağını söylese, “aman kan dökülmesin” diye itaat mi edeceksiniz? Mesela nefsinizi, canınızı bir silahlı saldırı karşısında müdafaa etmeniz de meşrudur, meşru bir haktır. Vatan müdafaası da öyledir. Bazı şartların varlığı, hakkın özünün varlığı hakikatini bırakın kaldırmayı, gölgeleyemez bile. Diyelim ki Abdi İpekçi ve Hiram Abas, saldırganların eylemlerini fark edip ateş etseydiler kan dökmüş mü olacaklardı? Keşke öyle yapabilseydiler. Mahmut Şevket Paşa keşke erken davranıp kendisini kurşunlayan caniyi vurup bertaraf edebilseydi. Bu misaller saymakla bitmez.Kavramlarla oynayarak bir yere varılmaz. Bütün kavramları, bir bütünlük ve tutarlılık dairesinde, meşruiyet ve hakkaniyet içinde, rasyonel olarak kullanmak mantığın da hukukun da gereğidir. “Çözüm” kavramı da aynı kavramsal gerçeklik (sahihlik) ilkesine tâbidir. “Gündemde tutularak sürekli konuşulursa o mesele dalgalanıp mayalanarak bir yere nasılsa varır” tarzında bir çözüm metodu ve tanımı olmaz. Hiçbir alanda olmaz. Ne sosyal ve pozitif bilimlerde, ne de fikrî ve pratik, ne bireysel ne sosyal sıkıntılarda bu mümkün değildir. (“ne” ile başlarsa fiil olumlu biter” kuralı bazen aralanmalıdır A.S.) El yordamıyla, yoklama laflarıyla, ihtimalî denemelerle, belki kurcalamalarıyla hiçbir ciddi mesele çözümlenemez. Ekseriya da, daha karışık ve içinden çıkılmaz hale gelir. Çözüm için; vuzuhlu esaslar, tutarlı ayrıntılar, dikkatli ve samimi usul-üslup yaklaşımları lâzımdır. Bir tarafın sabrı ve samimiyetiyle, rica-minnet, soyut slogan esintilerinden bir şeyler umarak çözüm gerçekleşmez. Tersini söylemek, çözüme katkı sunmuş olmanın vicdanî rahatlığını bana kazandırmıyor. Rüyamda gördüğüm, tahayyülümde canlandırdığım benim özel “âkil insan”larım bana böyle söylüyor. Esasen “âkil insanlar”, “sosyolojik-siyasî-ekonomik-felsefî...” meselelere çözüm bulmazlar, nefsâniyet kaynaklı ihtilafları bir diyalog uzlaşmasına dönüştürücü yardımlarda bulunurlar. “Akîl insan” kavramı; bilginin düşünürün, aydının yerine ikame edilemez. Böyle bir kavram hiçbir dilde yok. Çözümün bulunmasına katkı sunmak önce gelir. Çözüme katkı sunmanın öz anlamı budur. Vuzuh arayışım ve isteyişim, “çözüme katkı sunmak” görevinin kapsamı dahilindeki sorumluluk bilincinden kaynaklanıyor. Goethe’nin sözü, “doğru bulunmuş çözüm”e katkıda bulunmak içindir. Yanlış çözüm projesine katkı ise, insanı problemin bir parçası yapar. Yani zâhire göre hükmedilmemelidir. Fikren çözülemeyeni fiilen çözmeye kalkmak, fikren katkı ve tahkik bilincinden uzak durup da çözüme katkı yaptığını sanmak, kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir ve insanı iyi niyetli de olsa Goethe’nin sorumluluk kıskacından kurtarmaz. Kimseyle görüştüğüm yok. Kendi köşemde yaptığım internet araştırmalarına göre bir tarafın büyük bir kısmı Anadolu’nun yarısını istiyor. Ne çözümü. Benim slogana değil vuzuha ihtiyacım var.
↧