Son 10 senedir Türkiye’de yaşadığımız tecrübe Ortadoğu’da iktidara gelmekte olan İslamcı partiler için önemlidir.Tabii ki bazıları operasyonel ve provokatif amaçlarla –bazıları da temenni babında- İslamcılığın öldüğünü söyleyecek. Bölgenin içinden geçtiği somut gerçeklere bakıldığında, bu türden ideolojik spekülasyonları ciddiye almak vakit kaybıdır. Ama İslamcıların iktidarla ilişkileri her dem teşrih masasında olmalıdır. Elimizde bütün tarihsel ve toplumsal durumlar için genel geçer şablon olmadığına göre –zaten olmamalıdır- yaşayarak yeni durum değerlendirmeleri yapacağız, takip ettiğimiz yöntemler ve siyaset biçimleri üzerinde tedebbürlerde bulunacağız.İslamcılar ve iktidar konusu söz konusu olduğunda Yalçın Akdoğan ilk akla gelen isimdir. Salı günkü yazısında, “Bugün bazı yorumcular kötüleyici şekilde AK Parti’nin İslamcı olmadığını söylüyorlar. Oysa biz yıllardır farklı sebeplerle AK Parti’nin İslamcılık kategorisinde tanımlanmasının doğru olmadığını söylüyoruz” diyor. Kesinlikle bu doğru, ben de yeri geldikçe takip ettiği siyaset biçimi dolayısıyla kendini “İslamcı” diye tanımlamaktan ictinap eden AK Parti’ye şükran borcumuz olduğunu söylüyorum. Bir tercihin, kendilerince uzun uzadıya yapılmış bir değerlendirmenin sonucudur bu. Bu sayede hatalar İslam’a ve İslamcılara fatura edilmiyor.Yalçın Akdoğan, önemli bir noktanın altını çiziyor: “İslamcılığın durumunu hükümetten sormak, hükümetle ilişkilendirmek veya gelişmeleri ona fatura etmek doğru değildir. Hükümetler ön açar, teşvik eder, mayınları temizler, imkânları geliştirir. Bugün İslamcılık sivil toplum kurumsallaşması içinde hayatın her alanında varlık gösterebilmekte ve önemli fonksiyonlar görmektedir.” Bu da doğru. Burada sorun İslamcı siyaset dışında tercihte bulunan AK Parti değildir, sorun İslamcı kimliğini muhafaza etme azminde olanlardan bir bölümünün, parti ve hükümet içinde yer alırken, Akdoğan’ın gayet açık yüreklilikle işaret ettiğinin aksine, takip edilen siyasi yol haritasının İslam’ın ve İslamcılığın kendisi olduğunu iddia etmeleridir. Ne yardan ne serden geçmeyen bu zatlar, partinin ayaküstü, gelişigüzel kurulmadığını, ‘demokrat muhafazakâr kimlik’in tesadüfen seçilmediğini, gerekli meşruiyetler tedarik edildikten sonra yola çıkıldığını ya bilmiyorlar veya bunu dile getirmekten kaçınıyorlar. Kişisel olarak İslamcılığın dışında bu tercihi yapanların ben hiçbir zaman kötü niyetli olduğunu düşünmedim, niyet üzerinde eleştiri yapmak da hakkımız değil, doğru da değildir. Sorun şu: İktisat politikaları, toplumsal çözülme, aile yapısının geçirdiği sarsıntı, Kürt meselesi, Ortadoğu’da içine düşülen büyük hatalar vb. konularda fikir beyan ederken Ebu Hanife geleneğine bağlı dışarıda kalmayı tercih eden İslamcılar, iktidarı eleştirirlerken hem iktidardakilerden bazılarının hem devlet adına fikir ve kamusal politikalar üreten dindar veya eski İslamcıların acımasız saldırılarıyla karşılaşıyorlar. Resmi aydın, sivil devlet kuruluşu (sdk) ve resmi aktivist rolünü kabul edenler bize şunu empoze ediyorlar: “Politikaları kayıtsız şartsız destekleyin, çünkü iktidarda biz varız.” Bu büyük haksızlık.Said Nursi “Biz devletten din istemiyoruz, hürriyet istiyoruz” diyordu. Bugün de kendini bilen İslamcılar iktidardan bunun dışında bir talepte bulunmuyorlar, bulunmamaları da lazım. Bence verili iktidarı İslamcı iddia ve tezlerle özdeşleştirenler hükümete de haksızlık ediyorlar. Türkiye pratiğinde İslamcı-iktidar ilişkisini gayet doğru vaz’eden Akdoğan’ı dikkatle okuyup İslamcılardan eleştiri ve ifade özgürlüğünü ellerinden almaktan vazgeçmeleri gerekir. Bu AK Parti ve hepimiz için hayırlı olur.
↧