Söz, kelam, kelime, konuşma, cümle ya da ağızdan dökülen her bir beyan tahayyül, tasavvur, taakkul, tefekkür, tezekkür mertebelerini aşıp harici vücud kazanan şeye verilen isimdir. Söz, söz sahibini ele veren bir muhtevaya sahiptir. Sözün muhtevasına göre değişse de son tahlilde ağızdan çıkan her söz konuşanın karakterini, şahsiyetini, inancını, kültürünü, düşüncesini, hayalini yansıtır. Özlü bir cümleyle bunu ifade edecek olursak, “söz özün tercümanıdır”. İslamî değerler zaviyesinden değerlendirecek olduğumuzda sözün birbirinden müstakil ya da birbiriyle bağlı boyutları -isterseniz vasıfları da diyebilirsiniz- vardır. Birinci boyut; hakikattir. Söz, hakikati, doğruyu ifade etmelidir. Yalanın, ithamın, iftiranın yasak olmasının nedeni budur İslam dininde. Ne güzel der Akif: “Şudur cihânda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakîkat olsun tek.” İkinci boyut; estetiktir. Edebiyat temsil eder bu boyutu. Üslup, usul, yöntem, metod da diyebiliriz. Sözün muhataplarda ilgi uyarması, kabul görmesi adına önemlidir bu. Edebi beyan adına ortaya atılan nesirden nazıma, hikâyeden romana, bu türler içindeki beyan şekilleri olan teşbihten cinasa ve üslup açısından bunları dile getirmenin adı olan belagatten fesahate kadar hemen her şey sözün estetik boyutunu teşkil eder. Ziya Paşa “üslûb-u beyan aynıyla insan” sözü bunu ne güzel anlatır. Üçüncü boyuta gelince, o da ahlaktır. Bunu bizlere en güzel bir şekilde gösteren Kur’an’dır. Kur’an’ın söz manasına gelen “kavl” kelimesine eklediği sıfatlar ne kadar latif, ne kadar kestirmeden anlatır bunu bizlere “kavl-i hasen, kavl-i maruf, kavl-i adl, kavl-i sedid, kavl-i tayyib, kavl-i kerim, kavl-i beliğ, kavl-i meysur, kavl-i leyyin ve kavl-i su’, kavl-i münker, kavl-i zûr, kavl-i lahn, kavl-i zuhruf.” Şimdi bu temel üzerine su sözlere dikkat edin. “Sükutun hikmeti… beşerin hezeyan dönemleri… günahları tabii görme... hedef kadar vesileler de meşru olmalı… maksadın aksiyle tokat yeme… her zaman istikamet… mü’min ceza verirken bile insanca ders vermeli… İslam dünyası tearuzların, tesakutların ağında derbeder ve perişan... İslam’ın dırahşan çehresini karartma... ben utanıyorum, yabancı bilim adamlarına ‘Müslümanlık bu değil’ derken... zaman ahirzaman oldu, fitneler kol geziyor her yerde… ifritten bir dönem... Allah ile münasebetler kopuk... şüpheli şeylerden uzak durma, haramlardan kaçınma muttakilerin vasf-ı lazım-ı gayr-ı mufarıkıdır… emanet, fetanet, tebliğ, ismet ve sadakat… basiret insani idealini gerçekleştirir… duygu ve düşünceleri Kur’an’a göre oluşturmalı ve asırlarca kırılma olmamalı… sadece günümüz değil gelecek nesillerin de problemlerini çözme… temsil zayıf ve temadi yok… bünyan-ı mersusun banileri olmalıyız… şiddetin üzerine şiddetle gidince problemler tevarüs oldu… gayretullah tokatı… saldırganlık virüsü öyle yayıldı ki müminler müminlere saldırıyor… ehl-i imana karşı Firavun’ların, Nemrut’ların yaptıkları şeyler yapılıyor ve bunları da bazıları din hesabına yapıyor.” Devam edebilirim fakat meramımın hâsıl olduğunu düşünüyorum. Bu sözler 311-312-313-314 ve 319 numaralarını taşıyan dört adet 20’şer dakikalık sohbetten derlediğim ve konuşanın bilgisinden karakterine, derdinden ıstırabına, tefekküründen tahayyülüne bizleri taşıyan anahtar kelimeler ve cümleler. Bu anahtar kelime ve cümleler duyulduğu an Müslüman’ın zihninde çeşitli çağrışımlara kapı açıyor. Kimisinde bir ayet veya hadis, kimisinde tarihi vaka veya menkıbeler, kimisinde baştan geçen hadiseler vs. Bir teklifte bulunacağım; siyak-sibak münasebeti kopuk bir şekilde alt alta sıraladığımız bu anahtar kelime ve cümleleri sözün üç boyutunu teşkil eden hakikat, estetik ve ahlak boyutları itibarıyla ele alıp inceleyelim. “Söz sahibi Hocaefendi, baştan kabulümüz var” demeden yapalım bunu. Anahtar diye belirttiğimiz bu her bir kelime ve cümleyi asıl sohbet içindeki yerlerini bulup konsepti ile birlikte değerlendirelim. Dayanaklarına bakalım; konusuna göre ayetlerden, hadislerden yerlerini bulmaya çalışalım ilmî iktidarımız ölçüsünde. İslam tarihine müracaat edelim, temellendirmeye gayret edelim. En önemlisi, içinde yaşadığımız “fitnelerin kol gezip Müslüman’ı Müslüman’a düşmanca davranmaya iten ifritten dönemdeki” hadiselere nigâh-ı âşina kılalım. Derinlemesine dalmayalım, dedikodulara girmeden doğru bildiğimiz, doğruluğuna inandığımız hatta bizzat yaşadığımız hadiseleri birer birer masaya yatıralım ve anahtar kelime ve cümlelerle işaret edilen sözlerin neden söylendiğini, neden söylenmiş olabileceğine dair beyin fırtınalarında bulunalım. Hakikat boyutunda yaptığımız bu küçük gayreti ahlak boyutu adına da yapalım. Kur’an’dan muktebes aktardığım kavl’in bütün çeşitlerinin Hocaefendi’nin söylediği her bir sözle sağlamasını yapmaya çalışalım. Unutmayalım; Hocaefendi bizler için hem bugün hem de yarın yol haritası olabilecek mahiyette sözler söylüyor, yönlendirmelerde bulunuyor. Estetik boyutunu ise bir başka zamana havale edebiliriz; bugün itibarıyla önemli olan hakikat ve ahlak. Bu yolculuğa iradi olarak çıkacaklara kısa bir hatırlatmada bulunmak isterim; Hocaefendi’yi dinlerken skolastik bir din adamı olarak dinlemeyin lütfen. Malum, skolastik kilisenin himayesinde gelişen bir Ortaçağ düşünce sistemidir. Kelime anlamı itibarıyla dar düşünce demek olan skolastik, bilinenin ötesinde -ki bu kilise öğretileridir- her türlü yeni bilgiye, buluşa kapalılığı ifade eder. Hocaefendi, 19 yy. İslam dünyasında da bir şekilde temsilcilerini gördüğümüz bu akımdan alabildiğine uzak, dünü bugünle, bugünü yarınla birlikte mütalaa eden, Mevlânâ’nın pergel metaforu içinde bir ayağı İslam’da sabit, diğeri ile bütün dünyayı ihata eden mahruti bilgi ve bakış açısına sahiptir. Ne kazandıracak böylesi bir tahlil bize? Ben iktidarım nispetinde bunu yaptım. Ulaştığım sonucu Yavuz Sultan Selim’in diliyle anlatayım:“Sanma şâhım/herkesi sen/sâdıkâne/yâr olurHerkesi sen/dost mu sandın/belki ol/ağyâr olur.Sâdıkâne/belki ol/bu âlemde/dildâr olurYâr olur/ağyâr olur/dildâr olur/serdâr olur.” Ehlinin malumudur; bu dörtlük soldan sağa ve yukarıdan aşağıya doğru okunabilir ve dört satır aynı şekilde tekrar edilmiş olur. Kesme işaretlerini onun için koydum.
↧