![]()
68’liler bugün yaklaşık 68 yaşındalar. Taksim eylemleri sürerken ihtiyarlar yeniden dirildiler. Gençliklerini tekrar yaşadılar ve mitik bir ruh depremine yakalandılar.Sokaklarda, torunlarının eylemlerine aşkla ve dolu dolu gözlerle baktılar. Yeniden ve yeniden haklı olduklarına, tarihin onları haklı çıkardığına inandılar. Ne var ki haksızdılar. Onların hatalarını hatırlamak, bugün Taksim’in ara sokaklarında ellerinde molotof kokteylleri ile yolunu kaybetmek üzere olanlar için çok gerekli.Türkiye 60’lı yılların sonunda, 68’liler denilen bir kuşağın eliyle şiddete teslim oldu. 12 Mart’ta açılan parantez hemen kapandı ve onların açtığı yolda büyüyen şiddet Türkiye’yi 12 Eylül darbesine kadar sürükledi. 68’liler üniversitelerde boykot ve işgallerle seslerini duyuracaklarına, banka soygunları ile koca bir devrimi finanse edebileceklerine inandılar. Çok az Marks ve Lenin, bol miktarda Che efsanesi okumuşlardı. Küçük bir öncü gücün ayaklanması ile halkın uyanıp peşlerine takılacağını ve devrimi kanla yazacaklarını ezberlemişlerdi. “Darağacına çekilen üç fidan”ın, Mahir Çayan gibi kabına sığmayan profesyonel devrimcilerin kitapçılarda bol miktarda bulunan hayat hikâyelerini okuduğunuz zaman, koca koca adamların bu kadar çocukça ve safça bir şeye nasıl inanmış olduklarına şaşırırsınız. Mahir Çayan ve arkadaşlarının hazin sonu, Deniz Gezmiş’in kolayca yakalanışı işin içinde başka bir şey olduğunu size bağıra bağıra anlatır.İşin içinde darbeciler vardır. Darbeciler her zaman olduğu gibi darbe şartlarını olgunlaştırmak için gençleri kullanmaktadır. “Ordu-Gençlik Elele” sloganı ile, güya üniversite gençliği ile subaylar arasında bir ittifak kurulmuştur ve işçi sınıfının henüz yeteri kadar gelişmediği Türkiye’de ilerici bir sınıf olan askerlerle birlikte burjuva demokratik devrimi yapılacaktır. Şahitler, aktörler ve tarihçiler bütün malzemeleri topladılar ve yayınladılar. 68 kuşağının nasıl darbe peşinde koştukları samimi itiraflarla gün yüzüne çıktı. Ellerine bomba verip sağa sola attıranlar da, provokasyona ortak olanlar da konuştu. Gençler aldatılmıştı. Geriye sadece “biz devrimi çok sevmiştik” türü nostaljiler kaldı. O günün sosyalist gençleri devrimi askerlerle birlikte yapacaktı. Tekelci kapitalizmin hâkimiyetine son verecek ve sermayenin eline en fazla kan bulaşmış kısmı olan finans kapitali dize getireceklerdi. Sosyalist idiler ama işçi sınıfını çok fazla önemsemediler. Devrimi onlar yapacak ve halkımıza armağan edeceklerdi. Sonuç: Darbecilerin üzerlerinde sekerek ilerledikleri su birikintileri üzerinde taşlar olmaktan öte gidemediler. Bu durumu anladılar ama nefislerine ağır geldiği için sustular. Onlar çevrelerine hep nostalji yüklü masallar anlattılar.Bugün Taksim’de aynı masalı anlatıyorlar. Kime? Bu masallarla büyüyen torunlarına. Üç ağaca sahip çıkmanın devrime yeltenmekten daha değerli olduğunu yeni nesil biliyor. Hangi devrime? Teorisi yapılmamış, omurgası çatılmamış, çerçevesi çizilmemiş bir devrimi yapmak mümkün mü? Peki, bir şeyleri değiştirmek?Selim akılla düşünelim. Birbirine benzemez grupların bir araya gelip ısrarla sürdürdükleri şiddet kime yarar? Hiçbirine? Amacı, programı ve kadroları olmayan bir siyasî hareket neyi sağlar? Sağlayacağı yegâne şey var: İstikrarsızlık. Herhangi bir şey yapmak için değil, rahatsız olanlar adına bir şeyleri yıkmak için oradalar.Gezi Parkı ile Taksim Meydanı arasındaki birkaç metrelik mesafe, Türkiye’nin iki ucundan daha derin bir uzaklığı yansıtıyor. İtiraz etmek, tepki göstermek ve ispat-ı vücut etmek için meydanlarda toplananlarla, sokak aralarında etrafı yangın yerine çevirenler iki ayrı gezegenin insanları. 68 kuşağı ikincilerden çıktı ve birincileri o meydanlardan sürüp çıkarttılar. Darbecilerin önünü açmak için. İşçi sınıfının hayaleti bile eylemlerde görünmüyor. Finans kapitale karşı amansız savaşı, sokak eylemcilerinin devirmeye çalıştığı hükümet yürütüyor.