Quantcast
Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Selim İleri - Hatırada kalan sesler...(2)

Image may be NSFW.
Clik here to view.
1930’ların sonunda, 1950’lerin ortasındaki ‘bilimkurgusal’ opera yarışmasını kaleme getiren Halide Edib anlatıyor: “Müsabakada sekiz sanatkâr vardı. Bunlardan yedisi İstanbul sokaklarından yahut semtlerinden birindeki bir aşk macerasını temsil ediyordu. ‘Fatih güzelinin sevdiği adam’, ‘Şişli kızları’, ‘Vefa’da vefasız’, ‘Haliç’te mehtap’, ‘Kasımpaşalı Kasım’, ‘Boğaziçi geceleri’.Bu operaların mevzuu hoparlör ile hülâsa olarak halka veriliyordu. Çünkü sanatkâr eserinin kendince en güzel sahnelerini çalıyordu. Bu eserlerin içindeki hâkim melodi telâkki edilen şarkıyı da bir koro heyeti söylüyordu. Her sanatkâra yarım saat verilmişti.”Anılan semtlerin gelecekteki kaderleri üzerinde düşünülebilir. Halide Edib’in “Kubbede Kalan Hoş Sadâ”yı yazdığı yıllarda bütün bu semtler iyi kötü eski çehrelerini koruyabilmişti. İstanbul büyük bir değişime uğramamıştı. Fakat çok geçmeyecek, başta Molla Gürani, bütün bu semtlerde irkiltici dönüştürümler gerçekleştirilecekti.“Amerikan zenci fokstrot”lu Molla Gürani’ye şaşıran “Molla Güranili ihtiyar kadın” gibi, Halide Edib de 1950 sonrasında olup biteceklerden habersizdi. Geleceğe yönelik kurgusunda ‘yeni’ Molla Gürani’den söz açmıyordu.Haldun Hürel İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü’nde anlatıyor:“Bu semtteki camisi 1917 Fatih yangınında yanan ve çok zarar gören Molla Gürani, Fatih döneminin en önemli din bilginlerindendi ve 1487’de ölmüştü. Molla Gürani aynı zamanda Süleymaniye yakınındaki eski Aya Teodosios Kilisesi’ni kendi adıyla camiye çevirmiştir. Camisinin yanında tekkesi de dururdu. Her ikisi birden Menderes döneminde Millet Caddesi açılırken ortadan kaldırılmıştır. Bu cadde çevresinde yakın yıllara dek 18. yüzyılın en önemli eserlerinden Hekimbaşı Ömer Efendi Külliyesi bulunuyordu. Bu da yok olmuştur.”Gülhane Parkı’ndaki yarışmada, “musikî münekkitleri” yedi eseri ya “çok alafranga”, ya “çok alaturka” bulurlar. Aradığı ve özlediği uygarlık çizgisinde salt Doğu’ya ya da salt Batı’ya odaklanmayan, ‘odaklanamayan’ Halide Edib hep bir sentezi aramıştır. “Kubbede Kalan Hoş Sadâ” öyküsü de onun bu incelikli özleminin bir simgesi sayılabilir.1938’de -bugün handiyse unutulmuş- bir öyküde dile getirdiklerini, Halide Edib sonraları da sürdürecek, tekrar tekrar vurgulayacak, Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri’nde tarihsel panoramayla anlatacaktır...Opera ve ut yan yanaGülhane Parkı’nda nihayet akşam olur. Yazar “Nihayet akşam erdi” diyor. İstanbul akşamlarına özgü tatlı bir loşluk belirir. Sırada sekizinci eser; orkestra değişir. “Bu orkestra Türkiye’de elli sene evvel kullanılan telli, zilli sazlar, davul, dümbelek, çiftenağra, zurna vs. musikî âletlerinden” oluşmaktadır.Biraz yorgun, biraz bezgin dinleyiciler yeniden canlanırlar. Canlanışta, hoparlörden söylenenlerin de etkisi vardır:“Bu opera eski bir ut hocasının hayatıdır.” Opera ve ut!, yan yana, bir arada, birlikte...Kubbede Kalan Hoş Sadâ operasının kahramanı Eyüplü Hacı Selâmi Efendi’ymiş, Enderun’un yetiştirdiği son kişilerden. Opera beş perde, ilk üç perdesi “eski zamanlara ait eski Türk besteleri” esinli; son iki perde “yeni sesleri” müziğe döküyor. Yaşlı ut hocası birden bastıran, geçmişi büsbütün unutmuş, bir bakıma ‘inkâr’ etmiş sesler karşısında artık hayattan hiçbir şey anlayamıyor.“Hayatının son seneleri iş bulamadığı için yavaş yavaş nasıl en feci bir sefalete düştüğünü gösterir. Nihayet bu adam bir mezarlıkta kimsesiz ölür. Hacı Selâmi Efendi’nin ölürken duyduğu İstanbul sesleri ve bunların dimağında yarattığı son hava burada çalınacaktır.”Ünlü orkestra şefi Hazım Aslan az sonra değneğini kaldıracak! “Kubbede Kalan Hoş Sadâ” eskiyle yeninin iç içe yaşayabileceğini, ancak ‘birlikte’ yaşayabileceğini, eskide yeninin, yenide eskinin hayat bulabileceğini, ikisinden birinin eksikliğinde, Doğu’nun ya da Batı’nın eksikliğinde bütün dengenin bozulacağını, bozulmaya yazgılı olduğunu söyleyen ender edebî metinlerden biridir.Operada kemençeler başlamıştır! “Üürüüü üürüüü...” Herkes “Horoz ötüyor” diye fısıldaşır. Sonra müzikten başka ses kalmaz, herkes susmuştur. Eski bir İstanbul sabahı doğmaktadır sanki.“Elli sene evvelki İstanbul sesleri ve onları çıkartanlar mezarlarından kalkmış” gelmişlerdir. Kemençelerden sonra tamburlar ve kemanlar. Hep ‘opera’da. “Tamburlar ve kemanlar kalın sesli bir adamla, billûr sesli bir erkek çocuğun, seher vakti iki minareden verdikleri ‘Essalât’ı” verirler. İstanbul artık uyanmıştır, bir operada, o eski İstanbul.Şimdi salepçi, sütçü, börekçi, zerzavatçı... bütün sokak satıcılar geçmektedir.Opera sanatını en yadırgayanlar bile bu seslerle haşır neşir, biraz şaşkın, biraz mutlu.Derken dümbelekler: “Tamtara tamtam!..”Gülhane’deki ihtiyar kadınlar “Hakkâmlar, hakkâmlar geçiyor!” diye haykırışırlar. Eski bir ahbabı görmüşçesine sevinçlidirler. “Gökte melek yerde can”ı söyleyerek goygoycular geçerler. “Hüseyn’e kıydılar”, “Benim adım dertli dolap” ilâhileri söylenirken, “birdenbire tefli, zilli, maşalı” bir gezgin çingene saz takımı “Vallahi güzel gözlerin, billâhi güzel” şarkısını duyurur. İşin tuhafı, bütün bu sesler, şarkılar, çalgılar Kubbede Kalan Hoş Sadâ operasında kargaşa yaratmaz. Tam tersine derin bir ahenk, uyum söz konusudur.İstanbul’un hüzünlü akşam sesleriGülhane Parkı’nda olduğunca, operada da akşam olur. Şimdi İstanbul’un hüzünlü akşam sesleri duyulmaktadır.Akşama doğru vişneli kaymaklı dondurmacı geçer, simitçi geçer. Yoğurtçuyla birlikte akşam esmerliği. Sonra “mırmırık boza, mısır buğdaycı Arnavut çocuğu da” gelip geçer.Herhangi bir İstanbul gecesi değildir bu. Belki birçok akşamın, geceye başlangıcın sesleridir ama, şimdi operada hepsi bir gurbeti söyler gibidir. Sesler usul usul hafifler, daha uzaktan, daha uzaktan gelmeye başlar. Sesler eridi eriyecek. “Gırç gırç bir beşik sallanıyor, kalın, uzun bir kadın sesi ninni” söylüyor: “Karga karga gak demiş... Eeeee...”Sesler birden kesilir. Halide Edib, opera kahramanı Selâmi Efendi’nin sesleri duyamaz olduğunu söylüyor. Belleğinde uyanan sesler Selâmi Efendi’nin, İstanbul’un eski sesleri, yaşlı ut hocasının dimağıyla beraber söner. Bir daha uyanmamak üzere... Halide Edib’ten bu son vurgudur.Umutsuz vurguya rağmen, 1957 senesinde İstanbul il kez Kubbede Kalan Hoş Sadâ operasının bütününü dinleyebilecektir. O gece orkestrayı yönetmek üzere Pietro Mascagni İstanbul’a gelecektir.“Salzburg musikî festivali” Kubbede Kalan Hoş Sadâ’yı bu yılki programı için dâvet etmiştir. Hazım Aslan artık dünya çapında bir addır; Halide Edib “İstanbul’un yetiştirdiği büyük evlât” diyor...“Kubbede Kalan Hoş Sadâ” hikâyesi hüzün dolu ama yürek ısıtan bir sürprizle sona erer. Bir gün okursunuz dileğiyle, o sürprizi açıklamayacağım.Yalnız bu alıntıdan vazgeçemiyorum:“Kubbede Kalan Hoş Sadâ’yı yazdırmaya sebep olan meçhul zengini nihayet buldum. Keresteciler’de küçük bir evde oturuyor. (...) Ne eski bir harp zengini, ne de borsa oyuncusu. Eski bir basma tüccarı. (...) Ticarete girmeden musikîye meraklıymış. Genç yaşında sağır olmuş. Bir defa Avrupa’ya gitmiş. Bir opera seyretmiş. Galiba eski bir şehrin hayatına aitmiş.”

Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue