Nicedir canım çekip gitmek istiyor. Gezip tozmak ve çıkıp gitmek diliyor. Şu herkesin elinde bir tebeşir, şu herkesin elinde bir elektronik kalem, şu herkesin zihninde dikenli telle çit çevirme coşkusuyla dolduğu günlerde, sessizce yataktan kalkıp, öyle palas pandıras çıkıp gitmek bir gezinin mecnunu olmak geçiyor içimden.Değil değil bıkkınlıktan, değil değil umutsuzluktan, değil değil kaçmak isteğinden, değil değil birini bulmak umudundan, hiçbirinden değil, tamamen öylesine, dünyaya doğru kızaran bir kiraz gibi, düşünmeden bilmeden. Gezmek, gezmek istiyorum da, uzaktan, hayal meyal seçtiğim adamlar, ellerinde birer ateş kemendi, ellerinde birer isyan kelepçesi, seslerini havada bir savaş narası gibi döndüre döndüre, elini horoz şekerine uzatmış çocuğun kafasına indirilen sopa gibi bana bakıyor sanki beni bekliyorlar…Oysa bir kere gezmenin çekimiyle başı dönenler için kim hangi tuzağı kurabilir hangi baştan çıkarıcı vaat onu kararından döndürebilir? Gidişin zevkini dönüş yolunda değil tam da gidişin kendisinde arayan insan, bir yandan kolundaki saatin, duyup gördüğünün çaresiz mahkûmudur ya olsun. Kişi rüyaların bahçesinde gizlice kaçar bu hapishaneden. Hayalin halısıyla uzakları yakın eder. İçten içe akıttığı isyan ve telkin çağlayanıyla bu mahkûmluğa son verir. İşte çekip gitmek, işte varıp erişmek, ulaşıp kurtulmak, başka bir rüzgârın eteğinde savrulmak isteği de böyle. Açmak gibi. Açılmak gibi sözden söze bir sevdiğine bir sevilene. Ya da söz bittiğinde mutlaka başka bir söz vardır insana yakışan demek için.İnsan gelen değil, gidendirBir kere daha hatırlamalı ki insan gelen değil, gidendir. Gidenler kurmuştur ruha esenlik veren, insana yücelik getiren ne varsa. Giden uyarıcıdır. Yenilikçidir. Keşfedicidir. İnsan, kalmaya değil gezmeye ayarlıdır. Kalmanın başladığı yerde kavga, kalmanın başladığı yerde mülkiyet, kalmanın başladığı yerde gece ile gündüz arasındaki farkı hesaplamak başlar. Hesap, geziyi karartır, kırların ve ağaçların, kuşların ve seslerin, ebedi gezme hürriyetinin ufkunu kabartır. Halayın yerini bilenen kılıçlar, şarkının yerini intikam çığlıkları, gezmenin yerini savunma ve haklılık kitapları kaplar. O vakit rüya ile gerçek o vakit ışık ile karanlık birbirine karışır, göz gözü görmez olur. Oysa bir kez geziyi düşleyen, oysa bir kez geziye çıkan, oysa bir kez gezinin adaletine teslim olan şeklen olmasa bile ebediyen ferahlığın ipini yakalamıştır. O yüzden bak gezide misin?Ve ne güzel ve kurtarıcı bir kelimedir şu gezi. Gezmek fiilinin bütün açılımları kona göçe anlam açılımlarına kavuşur onda. Emir kipinde bile ferahlık vardır. Git, ‘gez’ denildiğinde birisine, ferahla isteği de saklıdır. Ünleminde ise binlerce kanat sesi. Bir kez o kelimenin çağrısına kulak verip yola koyuldu mu ademoğlu, başkalarının çemberinden kurtulur, yeniğin ve ferahlığın iklimine kavuşur. Kişi ki kendisinin bile kalesinde hapis kalır da yıllarca bilmez. ‘Seyahat edenin sıhhat bulması’ ilkesi, ‘gezenin kendisine kavuşması’na dönüşüverir. Hem insan kendisinden başka kimin yitiğidir ki. Her bocalama, her yılgınlık, her umutsuzluk biraz da o değil mi; kendisini kaybetme hali. Öyleyse yola çıkmanın, gezip tozmanın, baharına karışmanın güzelliğini yaşamalı. Herhalde yaşamalı. Mutlak yaşamalı. Kendi kendimize ve hayata rağmen yaşamalı. Gezintiye çıkmalı.Birden hatırladım da ilk ve ortaokul yılları boyunca da en heyecan duyduğum kelimeydi gezi. Torosların Akdeniz’e yukardan baktığı coğrafyada, geziye giderdik yılda bir kez. Bizden önce başlatılmış ve her yıl yaşatılan bir gelenekti bu. Ve sanırım Hıdırellez’in bir tür iz düşümüydü. Mayısın bittiği, haziranın ilk tatlı sıcaklıklarını yaymaya başladığı günlerde, her taraf güle çiçeğe durur, kar suları çoktan erimeye başlar, dağlar bayırlar baygın kokularla dolardı. İşte şu köşede her yıl bütün şelalesiyle patlayan kokulu yaban sarı güller. Öyle doygun ve öylesine bir sarı canı vardı ki o güllerin, kokusu bir yana tenindeki parlaklık ve canlılık başımı döndürürdü. Zambaklar, dağ çayı ismini verdiğimiz mor ve güzel kokulu yaban çiçekleri, çalbalar, papatyadan yaban laleye değin her tür çiçek.Özgürlük yoluna çıkışın ilk adımıİşte öyle, öğrenciler gruplara ayrılır, herkes meşrebine, isteğine göre birini seçer, gezi için hazırlığa başlardı.Hepi topu şu kadar mesafeydi gidilen yer. Fakat o toplu hareket şuuru, o düzenden çıkıp tabiatla birleşme isteği, daha bir değiştirirdi hepimizin yüzünü. Gezi kelimesi ailelerde de heyecan yaratırdı. Onlar da bu şenliğin bir parçası olmak isterlerdi. Başka zamanda saklanan yumurtalar gün yüzüne çıkarılır, kuruyemişler, en iyi meyveler, mutfakta kilerde ne varsa bir bayram duygusuyla serbest bırakılırdı. Gezi, özgürlük yoluna çıkışın ilk adımıydı. Herkes bilirdi. Yaşardı. Gezi ilk ergenliğin eşiğiydi. Bayram provasıydı.Sırtüstü uzanmış, yüksek otların arasında hissediyorum kendimi. Yine geziye çıkmış, gezinin rüyasına dalmışım gibi. Bir gün bile olsa yaşanan o sınırsız özgürlük, o meşrubat ve sevecenlik şıngırtısı, meşe külü kokusu, o bitmez ip atlama, o güneşi zıplayarak yakalama fikri, yağmur sonrası gökkuşakları gibi süslüyor içimi. Belki de hep çıkıp gitmek isteğimde o gezileri arıyorum. Daha çocuk daha saf daha bilinmezlik dolu zamanları kurcalıyorum. Yüksek bir ateşin üstünden atlamanın verdiği özgüven soğuk suya uzatılmış üşüyen bir el gibi omzuma dokunuyor. Nicedir canım çekip gitmek istiyor. Öylesine. Kendimden.
↧