Gezi Parkı eylemlerinin, Türkiye’de bundan önceki gençlik eylemlerinden derin ve temelli bir farkı var.27 Mayıs 1960 öncesi gençlik ayaklanması, örtük de olsa, CHP muhalefetinin desteğinde gelişen ve kamusal haklara ilişkin istekleri doğrultusunda biçimlenen bir politik eylemdi. Daha somut bir ifadeyle dilegetirmek gerekirse, 27 Mayıs gençliği, kendisi için herhangi bir talepte bulunmuyordu. O dönemde bir gazeteci olarak, olayları çok yakından izlemiş olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim: 28 Nisan 1960’tan 27 Mayıs sabahına kadar gençlik eylemleri, hukuk devletine ilişkin gasp edilmiş kamusal hakların iadesini istemekteydi. Neydi bunlar?- Hemen söyleyeyim: Üniversite muhtariyeti [özerkliği], matbuat hürriyeti [basın özgürlüğü] ve hâkim teminatı [yargıç güvencesi]! Ben de içlerinde olmak üzere, 27 Mayıs gençliği için şu klasik ifadeyi tekrarlamakta tereddüt etmiyorum: ‘Kendimiz için bir şey istiyorsak, namerttik!’12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinden önceki gençlik başkaldırıları da, etik açıdan 27 Mayıs öncesindekilerden farklı değildi: Onlar da kendileri için bir şey istemiyorlardı! Ama etiğin ötesinde önemli bir ayrımla: Talepler, demokratik üstyapıya, yani hukuka değil, sınıfsal altyapıya ilişkindi. Talepler, sınıfsaldı; hukuksal değil!Mayıs sonunda başlayan Gezi Parkı eylemlerininse, yukarıda da belirttiğim gibi, öncekilerden radikal bir farkı var: Talepler, ister hukuksal olsun isterse sınıfsal, artık kamusal değil, bireysel taleplerdi: Kendi yaşam alanlarına, kendi bireysel özgürlüklerine ilişkin talepler!Gezi Parkı eyleminin başlangıçta, çevrecilik bağlamında başlamış olması, çok kısa bir süre sonra, meselenin sadece ‘üç-beş ağacın’ sökülmesine karşı bir direnişten ibaret olmadığını ortaya koydu: 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül öncesindeki taleplerin, hukuksal ve sınıfsal, dolayısıyla da kamusal hak taleplerine ilişkin eylemler olmasına karşı, Gezi Parkı eylemleri, apolitik ama etik düzlemde bireysel hakların korunmasına ilişkin bir eylemdi. Amaç, politik toplumdan, yani devletten, gerçekleştirilmesi istenen aktif bir talep veya devletin yapısının değiştirilmesi değildi! Herhangi bir şeyin gerçekleştirilmesi değil, tam tersine, gerçekleştirilmemesi isteniyordu: Verili bireysel özgürlüklere ilişilmemesi!Dolayısıyla Gezi Parkı eylemleri, özünde, birbirinden çok farklı kesimlerin kendiliğinden bir araya gelmeleriyle oluşan barışçı bir şölen, bir karnaval, bir şenlik olarak bir sivi toplum eylemidir. Herbert Marcuse’e dayanarak söylersem, bireysel hak ve özgürlükler üzerindeki otoriter baskılara karşı direnişin, ya da, daha genel bir ifâdeyle, anti-otoritaryanizmin, küçük burjuva anarşizminin tuzaklarına düşmeden, sivil bir eylemle gerçekleşmesi! Gezi Parkı eylemcileri her ne kadar, kendilerini bu tür bir anarşizmden uzak tutmaya çalıştıysalar da, küçük burjuva anarşizminin, Gezi Parkı’na değil, ama Taksim Alanı’na el koymasına engel olamadılar!Son kertede söylemek istediğim şudur: Gezi Parkı eylemi, Türkiye’de anti-otoritaryanizme karşı muhalefetin, verili statükocu muhalefet marifetiyle hayata geçirilmesine imkân olmadığının ayırdına varanların, etik özneler olarak ve [burası çok önemli!], kendiliğinden bir hegemonya inşa etme girişimidir. Sahih bir sivil toplum inşasının, başlangıçtaki polis terörü ve onun tetiklediği küçük burjuva anarşizmi olmasaydı, tam bir şenlik, tam bir Rabelais karnavalı ile başlaması mümkün oluyordu. Ama bu da bir şeydir!. Not: Bu yazı Gezi Parkı eylemcilerinin yaptığı son açıklamadan önce yazılmıştır.
↧