Geçtiğimiz hafta yaşanan bir dizi gelişme Ortadoğu’da menfaatleri çatışan tarafların saflarını biraz daha netleştirdi.Suriye’de rejimin kimyasal silah kullandığına dair bulgularının şüphe götürmez olduğunu ilan eden ABD yönetimi, muhaliflere yapacağı silah yardımını nicelik ve nitelik olarak artıracağını açıkladı. İran seçimlerinin sonuçları daha açıklanmadan rejimin kaynakları Suriye’ye dört bin kişilik bir askerî güç göndermeye hazırlandıklarını söylediler. Hizbullah, eskiden olduğu gibi sadece Hizbullah’ın nüfus tabanını oluşturan Lübnan sınırındaki köylerde değil, rejimin emirleri çerçevesinde Suriye’nin tamamında çatışmaya hazır olduğunu açıkladı. Hamas, Hizbullah’a Suriye’den derhal çekilmesi çağrısında bulundu ve bu örgütle olan ilişkilerini askıya aldığını söyledi. İsrail, Suriyeli muhaliflere verilecek silahların yanlış ellere geçeceği yönünde bir endişesi olmadığını en yetkili ağızdan duyurarak, daha önce rejimin kalması yönündeki eğiliminden vazgeçmiş olduğunu ilan etti. Rusya, Çin, Suudi Arabistan, Mısır hep bir şeyler söyledi.Bir tek Türkiye bir şey söylemedi. Hem de Türkiye’ye milyarlarca dolara, en az dört cana, telafisi neredeyse imkânsız uluslararası imaj kaybına sebep olan dört haftalık Gezi Parkı ayaklanması ile alakalı olarak bir dizi İran vatandaşı tutuklandığı veya aranmakta olduğu bir dönemde… Türkmen Alevilerinin liderlerinden Özdemir Özdemir’in son üç yıl içinde 700 kadar Alevi dedesinin İran’a götürülerek Devrim Muhafızları ve Ali Hamaney’le görüşmeler yaptıklarını iddia ettiği bir dönemde… Reyhanlı saldırısının arkasında Suriye parmağı ve parasının var olduğunun ispat edildiği bir dönemde… Türkiye’de Sünni-Alevi çatışması çıkarılmaya çalışıldığı bir dönemde…İran hakkında bir şey söylemediği gibi, Türkiye’nin, Gezi Parkı olaylarının arka planı ile alakalı yaptığı açıklamalarda İran’ı gözeten bir tavır takındığı dahi söylenebilir.Bu tavrın açıklamaları olabilir elbette. Bölgemizde zaten kaşınmaya çalışılan Sünni-Şii çatışması potansiyelini harekete geçirecek bu tür açıklamalardan kaçınılmış olabilir. Hafta sonu yapılan seçimlerin sonuçlarına göre yeni liderlik yapısının bu konuda çok daha farklı davranacağı gibi –bence naif– bir beklentiye girilmiş olabilir. Dönem yaz dönemi olup, klima kullanımlarından dolayı evsel elektrik tüketiminin en yüksek seviyelere çıktığı bir dönemde, hem de Ramazan yaklaşırken, elektrik üretimimizi sağladığı doğalgaza bağımlı hale getirdiğimiz İran’ın canını sıkmaktan çekinilmiş olabilir. 2014 seçimlerine kadar dış politika aktivizminde görece bir profil düşüşüne gidilerek PKK ile yürütülmekte olan görüşmelerin hızla sonuç vermesi ve bu başarının yerel seçimlerde sandığa yansımasının daha uygun olacağı düşünülmüş olabilir. 2015 Nisan’ına kadar Ermeni soykırımı iddialarıyla alakalı yoğun bir karşı kampanyayla mücadele etmek zorunda kalacağını bilen Dışişleri Bakanlığı bu konuda Şii dünyasının desteğini (Tehcir’e tabi tutulan Ermenilerin ekser kısmının şimdilerde Şii kontrolünde olan ülkelere gönderilmiş olduğu düşünülünce) kaybetmemenin önceliği olduğunu düşünmüş olabilir…Bunların hepsi anlaşılabilir açıklamalar. Ben de, hiç değilse, Hasan Ruhani liderliğindeki İran’ın farklı bir dış politika izlemeyeceğinin görülmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Mevcut Şii-Sünni çatışmasının Suriye, Lübnan, Irak ve Pakistan’ı nasıl sarstığı ortada iken, benzer bir çatışmanın içine Türkiye’nin çekilmesinin hiç akıllıca olmayacağını da görebiliyorum. Bu durumda İran’ın yayılmacı ve çatışmayı yayıcı siyasetinden duyduğumuz rahatsızlığı sivil unsurların seslendirmesi daha doğru olabilir.Ben de bunu yapıyorum.
↧