“Kürdinsan”, Vahdettin İnce’nin Ufuk Yayınları’ndan çıkan kitabının ismi. İsim, muhtevayı çerçeveleyip önümüze koyuyor.Kitap, Kürt sorununa pek alışık olduklarımızın çok ötesinde insanî bir perspektif sunuyor. İnce’nin hayatında bolca, yüreğinizin kıvrımlarında dolaşmaya aday sıcak insan hikâyeleri var. Hepsi bildik-tanıdık hikâyeler. Her biri ayrı ayrı Kürt sorununun içine yerleşince bambaşka bir boyuta taşınıyor. Yine de siyasetin sert kalıplarının, ideolojilerin dar çerçevelerinin içine sığmayacak kadar zengin ve renkli hikâyeler bunlar. Bütün trajediler dönüp dolaşıyor ve gelip, Vahdettin İnce’nin o “insan”ın önüne koyduğu Kürt sıfatında düğümleniyor.Benzer hikâyeler Anadolu’nun her yanında vardır. Ağlayarak eğlenen, ağıtlarla kendini ifade eden bir toplumun mizahı bile, yokluk ve yoksulluk üzerinedir. İnce’nin Panait İstrati sıcaklığında anlattığı hatıraların çoğu, (Zilan İsyanı’nda bütün ailesini ve nişanlısını kaybeden Deli Delal’in yürek yakan hikâyesi gibi) Anadolu’nun farklı bölgelerinde rastlayabileceğiniz türden kıssalar. Fakat bütün bu hikâyelerin arka fonunda, Cumhuriyet döneminin yok etmeye çalışırken büyüttüğü Kürt sorunu gördüğünüz zaman, bugün yaşadıklarımıza da farklı bir gözle bakmaya başlıyorsunuz.Devlet katına taşınan ve oradan topluma kördüğüm edilerek geri postalanan bütün sorunlar insana özgü kolaylıkları, çareleri ve yolları yok ediyor. Vahdettin İnce’nin kitabın sağına-soluna serpiştirdiği anekdotlar bu kördüğüm olmuş sorunlar karşısında insanın çaresizliğini resmediyor. Yürek yakan en etkileyici hikâyeler, savaşların acımasız ve değişmez bir kader gibi insanın üzerine çöken atmosferinde şekillenir. Savaş, elinizle dokunup tutacağınız şeyleri bile imkansız hale getirir. İnce’nin kaleminden çıkan hatıralar benzer bir atmosferin ürünü. Devletlerin karışık hesapları ve siyasetin keskin iktidar mücadeleleri insanlara içinde nefes alamadıkları daracık bir kader ağı örüyor. Sonra aynı kaynaktan sonsuz trajediler peş peşe gündelik hayatın içine sökün ediyor.Vahdettin İnce’nin yazdıkları, uzun zaman önce dikkatimi çekmiş ve hemen yakın takibe almıştım. Beni çarpan hikâye, Nine’sinin öbür dünyaya yaptığı yatırım idi. Kadıncağız, torununun elinden tutuyor ve arkasından Fatiha okuyacak birini bırakmak maksadıyla hocanın önüne oturtuyor. Oyun için dersten kaçmasın diye de her gün ders bitene kadar kapının önünde bekliyor. Sonunda ortaya, yüz civarında kitap tercüme etmiş, kalemi kuvvetli bir aydın çıkıyor. Vahdettin İnce kitabını, “Kur’an öğrenmeye ilk adımı attığımda avucunun içine ellerimi bir yürek taşıyormuş şefkatiyle alan anneannem Hüsna’ya rahmet vesilesi olsun dileğiyle...” diye, işte bu mübarek kadına ithaf ediyor.Birkaç yıl önce, Dicle Üniversitesi’nde Tıp Fakültesi’nin kantininde, PKK sempatizanı gençlerle uzun bir sohbete girişmiştim. Hepsinin yüzüne anne-baba şefkati yansımıştı; aile terbiyesi almış gençlerdi. Söz dönüp dolaşıp samimiyet faslında düğümleniyordu. Anlattıklarıma söyleyecek söz bulamayınca “biz, samimiyetinize inanmıyoruz” diye kestirip atıyorlardı. “Ne yapayım, elimi göğsüme sokup yüreğimi söküp şu masanın üzerine mi koyayım?” deyince biraz yumuşamışlardı. İnce’nin kitabında bu samimiyete inancın nasıl kaybolduğuna dair derin işaretler var. İnce’nin çocuk safiyeti ile, çocukluk yıllarından süzüp önümüze koydukları sadece o dehşet denizinden katreler. Vahdettin İnce noktayı sağlam koyuyor: “Türkler ve Kürtler ilk tanıştıkları günden bu yana ekmeklerini paylaştılar. En acılı günlerinde sımsıcak yüreklerini yanı başlarında buldular. Modern zamanların kader kardeşliğimizi bozan parantezini kapatmanın zamanı gelmedi mi?” Vahdettin İnce’nin Kürdinsan kitabını özellikle Türkinsanlara tavsiye ediyorum. Kardeş dediğin hiç olmazsa bir el atmalı. m.turkone@zaman.com.tr
↧