Ezanlarla oruca başlayıp, ezanlarla iftar etmeye alışmış bizler için ezansız ülkeler, kendimize ayrı bir boyuttan bakma fırsatı veriyor. Sadece insanları ile değil, caddeleri, sokakları ve hatta semasıyla dahi Ramazanlaşan diyarları özlüyor ilk anda insan. Şimdi İstanbul’da, yahut Haremeyn-i Şerifeyn’de, ya da “O yerde, Kestane Kampı’nda” olmak vardı diyor...Vuslatın lezzeti ile, halka halka derinleşen hasretin lezzeti, girdaplar halinde sarmaya başlıyor hissiyatları. Hayal Ramazanların doya doya yaşandığı yerleri dolaşırken, hakikat oruçtan bîhaber kimselere çekiyor dikkati. “Sabahtan akşama kadar aç ve susuz durmak mı!” diyerek, çığlığı basanların yüz ifadelerini koyuyor insanın önüne.“Belki sizler, takva dairesine girersiniz diye, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizlere de oruç farz kılındı.” ayetinde net bir şekilde ifade buyrulduğu gibi, hayret çığlığını basanların ataları da oruç tutuyordu aslında. Onların orucu değişe, değişe bugüne kadar geldi. Şimdi onlar için oruç, hoşa giden bir şeyi yememekten ibaret. Brezilya denilince ilk akla gelen karnaval da, orucun başlangıç tarihi. Karnaval ile başlayan, fark edilemeyecek kadar hafifletilmiş bu oruç tutma tarzı, Paskalya’ya kadar devam ediyor. İbadet bu ölçüde değişince kırk gün kadar süren oruç günlerini hissetmek de mümkün olmuyor. En ufak bir alameti bile görülmüyor çünkü.Kimler, nasıl bir düşünce ile, ibadetleri değiştirme yetkisini kendisinde bulabiliyor, acaba? İnsanları hoşnut ederek taraftar kazanabilmek için onların hoşuna gidecek şekilde dini değiştirebilmek, dinin özüne ters bir durum. Maalesef bu terslik yaşanmaya devam ediyor. Birbirinden çok farklı kiliseler var. İnsanların daha fazla hoşuna gidecek ilaveler bulan kendisine kilise kurup, cemaat toplamaya başlıyor. Sonra mensuplarının gelirleri üzerinden yüzde on bağış toplayarak kiliselerini çoğaltmaya başlıyor. Burada yüzde on meselesi alışılmış ve kabullenilmiş bir durum. İtiraz eden de yok, nerelere kullanıldığını sorabilen de...Hal böyle olunca, din vasıtasıyla insanları eğitmek ve ahlâkî kemâlâta ulaştırmak gibi hedefler kalmıyor ortada. Tam tersine insanların keyfine göre din icat ediliyor. Çok sık duyulan şu cümleden vahametin boyutlarını anlamak mümkün: “Henüz kendime göre bir din bulabilmiş değilim!”Bizim anladığımız din ile, özellikle on dokuzuncu asırdan itibaren ortaya çıkan din ya da “din görünümlü” hareketleri anlamak mümkün değil. Onlara din demek de kolay değil. Tabiatlarına ve yayılma hızlarına bakınca, son zamanlarda havaalanlarında ibadet için ayrılan alana “meditasyon salonu” yazılmasını yadırgamıyor insan. Bir şey vermiyorlar çünkü. Sadece insanlara duymak istedikleri şeyleri söyleyerek rahatlatıyorlar.İşte dinin böylesine hakikatinden uzaklaşıp, istismar aracına dönüştürüldüğü yerlerde bir ay boyunca, sabahtan akşama kadar oruç tutmak ayrı bir mana kazanıyor. Yakın çevredekiler açısından oruç sessiz bir çağrı ve davet vazifesi ifa ediyor. Çünkü İslam’ı araştıranlar bile “Müslüman olsam oruç tutabilir miyim acaba?” sorusunu sormadan edemiyor. Onlara göre çok zor olan bu ibadeti sadece Ramazan’da değil sene içinde de tutmaya devam edenler gözlerinde büyümeye başlıyor. Hissediyorsunuz ki, ezansız ülkelerde tutulan oruç, İslam ülkelerinde imsak vakti okunan ezan gibi oluyor adeta...
↧