Ortadoğu’da, sınırlarımızda ve ilgi alanımız olan bölgelerde işler bizim kontrolümüzden çıkmış gibi bir görüntü var.Özellikle Suriye meselesi onlarca bilinmeyenli denkleme dönüşmüş durumda. Büyük bir kargaşa yaşanırken hemen sınırımızın diğer tarafında PKK’nın Suriye’deki şirketi PYD, çok kritik bir bölgeyi kontrolü altına aldı, Esed de hemen özerkliğini tanıdı. PKK, Türkiye tarafında kendisine karşı bir hareketin olmamasının verdiği güvenle bütün enerjisini Suriye’de elde ettiği konumu güçlendirmeye harcıyor. Sınırın bu tarafında konuyla ilgili söylenen her söz ‘Yoksa sen sürece ve barışa karşı mısın?’ eleştirisiyle bertaraf edilmeye çalışılıyor. Onlara soruyorum; bu sürecin ne olduğunu bilen var mı? Ben bilsem karşı mıyım, taraf mıyım ona göre karar vereceğim. Ama bu ülkede yaşayan milyonlarca kişi gibi ben de süreçten tam olarak neyin kastedildiğini bilmiyorum. Eğer süreç, kimsenin ölmemesi ise bunu kesinlikle ve kesinlikle destekliyorum. Gerçekten de son üç-beş aydır insanlar ölmüyor ve bu durum inanılmayacak kadar güzel bir şey. Ancak, gelişmeler fırtınanın bittiğini mi gösteriyor yoksa büyük bir kasırga öncesi sessizliği mi yaşıyoruz, bundan kimse emin değil. ‘Süreç süreç’ seslerinin arkasında gerçekten neler oluyor bilmiyoruz. Ama daha da önemli bir kaygı, bu iş nereye varacak sorusunda gizli. Suriye’nin kuzeyindeki bir bölgede PYD’nin hakimiyeti sağlamasının, süreci sürdürenler tarafından çok sıradan bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılması da kaygıları artırmıyor değil. Ancak temelde yapılan çok daha ciddi bir yanlış var. O da Kürt meselesi ile terör meselesinin birbirine iyice karıştırılmış olması ve Kürtlerin bütün sıkıntılarının PKK üzerinden çözümlenecekmiş gibi bir algının oluşturulmasıdır. Süreç başlatıldığı günden bu yana Kürtlere devlet tarafından verilen enerji, biz sizin taleplerinizi PKK üzerinden karşılayacağız oluyor maalesef. 12 Haziran 2011 seçimlerinde Türkiye’de önemli değişiklikler yapabilme gücü ve enerjisine kavuşan hükümetin, bugüne kadar yapması gereken şey, insani olan her hakkı hiçbir müzakere, hiçbir ön şart getirmeden vermekti. Köy, belde, ilçe hatta şehir isimlerini halkın talep ettiği şekle dönüştürmek bile basit ama çok önemli bir adım olabilirdi. En insanî haklar arasında olduğu için isteyene anadilde eğitimin verilmesi adına gerekli altyapı oluşturulabilir, bunun yolu açılabilir ve eğitime geçilebilirdi. Ancak ideolojik devlet anlayışımızdan vazgeçmediğimiz ve vatandaşların hayat görüşlerini belirleme yetkimiz olduğunu düşündüğümüz için kişisel özgürlüklerin önünü açmada çok mütereddit davranıyoruz. Kürtler gibi Alevilerin de (mesela cemevi gibi) isteklerine olumlu cevap verilmiyor. Bu nedenle son barış sürecinde, insani haklar ve terör sorunu maalesef birbirinin içine geçmiş gibi duruyor. Güneydoğu’dan gelen ‘örgüte katılmalar en yoğun dönemlerini yaşıyor’ tarzındaki haberleri maalesef devlet bürokratları da teyit ediyor. Asıl üzücü olan şey ise Türkiye, silahlı olanın vesayetinden kurtulmak üzereyken Kürtlerin silahın vesayetinde kalmaya devam etmesidir. Ayrıca süreci yürütenlere olan güvensizlik de kamuoyunun endişesini iki katına çıkartıyor. Özellikle PKK tarafının daha önce defalarca bu güveni sarsan hareketlerde bulunulması endişelerin yersiz olmadığını ortaya koyuyor. Mısır’daki askerî darbe, Suriye’deki belirsizliğin çok uzaması, PYD’nin önemli bir bölgede kontrolü ele geçirmesi Türkiye’nin işini bir hayli zora soktu. PYD’nin güçlenmesine karşı umursamazlık ve sürecin nereye gideceği konusundaki bilinmezlik kamuoyu kaygısını her geçen gün artırıyor.
↧