-Barış ortamının gelmesi ve çözüm sürecinde ilerlenmesinin Kürt dünyasında yarattığı en belirgin ikilem, sahip olunan zaman perspektifinde bir anda oluşan ve henüz sonlanmayan bir kaymanın yaşanıyor olması.Bugüne dek Kürtler ve özellikle PKK’ya yakın duranlar için ‘zaman’ blok olarak alınan büyük bir geçmişle, bir sıçrama sonucu ulaşılacak ‘geleceği’ bir araya getirmekteydi. Geçmiş acılarla, maruz kalınan haksızlıklarla doluydu ve Kürtlerin neleri hak ettiğine dair bir referans sağlıyordu. Gelecek ise söz konusu hakların toplu ve tavizsiz olarak elde edildiği noktayı ifade etmekteydi. Diğer bir deyişle Kürtler için ‘zaman’ yaşanmış olanlarla, ne zaman yaşanacağı bilinmeyen ama muhakkak suretle yaşanacağından emin olunan müstakbel bir an arasında sembolik bir bağ kurmaktaydı. Bunun sonucu olarak geleceği kurmak üzere mücadele etme siyaseti öne çıkmış, zamanın kontrolü de örgüte teslim edilmişti. Böylece yakın ve bireysel anlamıyla ‘gelecek’ işlevsizleşti. Gelecek denen şey bir tür bekleme ve mücadele etme misyonuna dönüştü. Dolayısıyla kişisel temelde ele alındığında Kürtlerin zaman algısı esas olarak geçmişi, kendi yaşanmışlıklarını kuşattı. Bugün hâlâ Kürt meselesinin ‘geleceğini’ konuşalım dediğinizde, karşınızdaki birçok kişi bir tür eksiklik hissediyor ve anlatmaya geçmişten başlama ihtiyacı duyuyorlar. Dahası bugüne gelindiğinde anlatı bir anda sönüyor ve hak talepleri sıralanıyor. Kısacası ‘gelecek’ bir yaşanacaklar bütünü olarak değil, sahip olunacaklar kümesi olarak tasavvur ediliyor.Bir tür siyasetsizlik olarak görebileceğimiz bu durumun uzantısı olarak PKK destekçisi Kürtlerin çözüm sürecine bakışı “barışı istiyorum ama hakkımı da istiyorum” şeklinde somutlaşıyor. Buradaki ‘ama’ sözcüğü barışın Kürtlerin haklarını tümüyle getirmeyebileceğini, dahası hak alma mücadelesinin ve yolunun dışında bir süreç olduğunu ima ediyor. Ancak bölgede kalınan bir ay içinde bile yeni bir bakışın yavaş yavaş doğduğuna, Kürtlerin siyasete doğru yanaştıklarına tanık olduk. Giderek söz konusu cümle “barışı istiyorum ve hakkımı da istiyorum” biçimine dönüştü. Yani Kürtlerin genelinde hakların bu barış sürecinde alınabileceği, bunun için emek sarf etmeye değer olduğu fikri hızla yükseliyor. Bakıştaki bu kaymanın ilginç sonuçlarından biri insanların beklentilerini belirsiz bir ‘zafer’ anında değil, yaşanacak olan siyasi mücadele döneminde aramaları. Bu süreç AKP ile BDP işbirliğini ima ettiği ölçüde, söz konusu beklentinin muhataplarından biri de hükümet ve genelde Kürt olmayanlar. Bu ise çok uzun zamandan bu yana ilk kez görülen bir bakış. Beklentinin olması hükümete yönelik eleştiriyi de artırıyor ama artık dışlayıcı, kategorik değil, davet edici bir eleştiri duyuyorsunuz. Dışa dönük beklenti Kürt dünyasında rehabilite edici, ötekilerle birlikte yaşamayı zihinlerde somutlaştıran bir işlev görüyor. Gelecek kavramının siyasetten kopuk bir mefkure olarak algılanması, ‘Kürt halkının kazancı ne olacak?’ sorusundan öte bir yaklaşımı zora sokmakta ve bariz bir tıkanmaya işaret etmekteydi. Çünkü şiddet bir kimliğin varlığını ve tanınmasını sağlayabilir ama hakların alınması konusunda çoğunlukla aciz kalacaktır. Barış da bunu garanti etmiyor... Ne var ki o yönde ilerlemeyi mümkün kılıyor ve toplumu siyasetin aktörü kılarak o haklara ilave bir meşruiyet kazandırıyor. Bugün Güneydoğu’da meseleye kazanç terminolojisi içinde bakanlar artık az. ‘Nasıl barış olur?’ ve ‘Barış olursa ne olur?’ soruları iç içe geçmiş durumda. Diğer bir deyişle Kürtlerin kazancı, barış yolunun doğal parçası ve sonucu olarak tahayyül ediliyor. Hayali bir sıçrama ile ulaşılacak bir noktadan ziyade, adım adım gidilecek ve bizatihi ‘yaşanacak’ bir yol olarak...Bu perspektif kaymasının en önemli sonucu muhakkak ki Türkiye siyasetini bir bütün olarak, BDP’yi ise radikal bir biçimde etkileme gücünü ima etmesi. Geçmişin belirleyici olduğu dönemde ‘siyaset’ devletin muhatap alınmasına ve doğal olarak da o devletin reddine dayanmaktaydı. ‘Gelecek’ anı devlet tümüyle diz çöktüğünde tarih sahnesine çıkacaktı. Bugün ise ‘siyaset’ yapmak hükümeti, kendinle eşdüzeyli olanı muhatap almayı ve geleceği birlikte kurmayı, yani devleti ‘aşmayı’ ifade ediyor. Bu yeni geleceğin bir yönü ise Kürt siyasetinin bölgedeki diğer aktörlerle eşdüzeyli olduğunu kabullenmesini ve hazmetmesini gerektirecek. Giderek ‘devlet’ kavramını daha az duyacağız ve bölge kendi hayatı olarak ‘siyasetle’ tanışacak...
↧