Dindar ve dindarlık üzerinde yapılan istatistikî bir çalışma olmuştu 2012 yılında.O çalışmada benim en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi kendilerini dindar olarak tanımlayan % 72’lik kesimin büyük çoğunluğunun aylık gelir düzeyi 1500 TL ve daha üzerinde gelire sahip olmasıydı. Avrupa’da Hıristiyan nüfus arasında yapılan dindarlık özelindeki araştırmalarda da benzeri sonuçlar çıkmıştı daha önceki yıllarda ki bunlar verilen bilgilere göre hem anketleme hem de gözleme dayalı empirik araştırmalar.Bu sonuçlar bana iki şeyi hatırlatıyor. Birincisi; Efendimiz’in (sas), “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı” (Beyhakî, Şu’abu’l-İman, İV, 267) hadisi ile “Allah’ım! Fakirlikten, yokluktan, zilletten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan da sana sığınırım.” (Buhârî, De’avât, 40) hadisidir. İlk hadiste fakirliğin küfre en yakın bir noktada yer alması anlatılırken, ikincisinde zillet, zulmetme ve zulme maruz kalma ile fakirlik arasında sebep-sonuç ya da bunların birbirini tetikleyen ve tamamlayan unsurlar olması nazara verilmektedir.Maddi bir mükellefiyet olarak zekâtın verileceği insanlar arasında ilk sırada yerini alan Kur’an’ın ifadesiyle fakirlerdir. Sakın yanlış anlaşılmasın, toplumsal planda fakirliği önlemenin yegane çaresi zekat demek değildir bu ama fakirliği önlemede önemli bir yere sahiptir zekat. Burada dikkatinizi çektiyse fakirliği önleme ve zekâtı yan yana zikrediyorum. O zaman şöyle bir çıkarımda bulunmak mümkündür; ferdi bazda verilecek miktar açısından eğer zekat birisinin fakirliğine son veriyor hatta onu zekat verir hale getirecek bir pozisyona yükseltiyorsa bu mutlaka yapılmalıdır.Allah’a binlerce hamd ve sena olsun, zekat denildiği an bugün milyonları hatta milyar rakamlarını telaffuz eden tüccarımız, sanayicimiz, işadamımız vardır. Ama büyük bir çoğunluğu itibarıyla bunlar belki de daha önceki asırlarda ve o dönemin şartları altında yapılmış içtihadî yaklaşımlara dayanarak zekâtlarını ya Kur’an’da zikredilen 8 sınıfın hepsine vermek suretiyle paylaştırmakta ya bir insanı zengin etmeyecek miktar seviyesinde tutmakta ya da şahsî görüşü itibarıyla daha çok fakir-fukaranın gönlünü almak amacıyla küçük küçük rakamlara bölmektedir.Bu hareket tarzlarının hepsi takdire şayandır. Çünkü son tahlilde halk arasında bilinen şekliyle mal üzerindeki fakir-fukaranın hakkı ehline gönül rızası ise teslim edilmektedir. Ama burada şunu da düşünmek gerekmez mi, teslim edilen bu hak zekatın vaz’ ediliş gerekçesine ne ölçüde uygun? Bu davranış modeli İlahi iradenin tahakkukuna hangi ölçüde hizmet etmekte? Eğer zekatın en önemli hedeflerinden bir tanesi toplumda sosyo-adaleti sağlamaksa, bununla o hedef gerçekleşiyor mu? Bu soruyu alabildiğine cesur bir şekilde sormamız ve verdiğimiz, vereceğimiz cevaba göre yeni yaklaşımlara ve uygulamalara kapımızı açmamız gerekmektedir. Zekat eda edildiği toplumda fakir ile zengin arasındaki uçurumu kapatır diye bildiğimiz husus, bu iki kesim arasında kalbî muhabbet, sevgi ve saygı, şefkat ve hürmetten ibaret değildir. Verdiğimiz zekatla yüzlerce, binlerce insanı zekat alacak düzeydeki fakirlikten kurtarıp onları da başkalarına zekat verecek seviyeye çıkartmak da zengin-fakir arasındaki dengenin sağlanmasına hizmet eder. Hatta bu kalbî muhabbetin çok ötesinde, onu da daha fazla bir şekliyle sağlayacak uygulamadır.Sözün özü; dindarlık -tanımı adına ortaya konan kriterlerin farklılığı mahfuz- ile fakirlik arasındaki ilişki, zekat verilirken zekâtı üçer-beşer kuruş fakir-fukaraya dağıtma hatta bir fakiri nisap miktarı mala sahip olsun yeter anlayışının ötesinde zekat vermeyi gerektiren bir bilgi diye düşünüyorum. Takdir her hal u karda zekat vereceklere aittir. Allah kabul buyursun… a.kurucan@zaman.com.tr
↧