Kürt meselesi sadece bir kasıtlı hak engellemesi ve buna karşı verilen bir toplumsal mücadeleden ibaret değil. Hukuken bitirilmiş olsa da, otuz yıllık olağanüstü halin içinden henüz çıkılıyor.Bu sürede bölgenin ortak yaşam alanları yozlaşmakla kalmadı, toplumsal ortak ahlak da yıprandı. Özellikle göç alan kentlerin merkez ve varoşları arasındaki bağlantı, yeni kuşakların suça bulaşması ve bizzat taşıması üzerinden oluştu. Devlet inanılmaz bir kötücüllük içinde Kürt gençlerini fuhşa ve madde bağımlılığına yöneltmeyi bir mücadele stratejisi olarak benimsedi. Bu duruma düşenlerin silahlı mücadele içine giremeyecekleri hesaplandı. Uyuşturucu bağımlısı olanların kolayca satın alınabileceği, muhbir olarak kullanılabileceği düşünüldü ve bu bakış asker ve polis eliyle hayata geçirildi. Kentlerde uyuşturucunun yaygın olduğu bölgeler, genellikle polisin zırhlı araçlarla girdiği mahalle ve sokaklardı. Görgü tanıklarının verdiği ifadelere göre birçok yerde jandarmalar çöp bidonlarına içinde uyuşturucu olan çöp paketleri atmayı rutin hale getirmişlerdi. Ufak yaşta çocuklar bu işlemi biliyor ve o paketleri bidonlardan topluyorlardı... Eklemek gerek ki bu hastalıklı sosyalleşme birçok zaman PKK’nın da işine geldi. Çocukların bağımlılığı, karşıt gösterilerin ve sokak sahiplenmesinin de zemininin oluşmasını besledi. Gençler uyuşturucu bağımlılığı ile siyasi militanlığın iç içe geçtiği ve birbirini pekiştirdiği yoz bir ‘büyüme’ döneminin içinden geçmek durumunda kaldılar.Erkek çocuklar madde bağımlılığına itilirken, kız çocukları bölgenin aşiret düzeninin etkili olduğu ve kadınlar üzerinde yoğun baskı oluşturan geleneklerin hakim olduğu yörelerde erken evlenmeye zorlandılar ve bu durum bugün de halen devam etmekte. Henüz 12 yaşındaki çocuklar, kendilerinden kırk-elli yaş büyük ve hemen her zaman zaten evli olan bir erkeğin koynuna gönderilebiliyorlar. Kızların namusu hakkında olumsuz bir bakış oluştuğunda belki de o çocuğu öldürmek zorunda kalacağı korkusuyla, aileler kızlarını ya başka kentlerdeki akrabalarının yanına gönderiyor ya da ve çoğunlukla eve hapsediyorlar. Bu durumun ötesinde daha da vahimi, bu yaştaki kız çocuklarının kaçırılarak yaşlı erkeklere satılması veya doğrudan fuhuş amacıyla kullanılması hali hiç de istisnai değil.‘Bir başka kültüre’ gönderme yaparak durumun sorumluluğundan kurtulacağını sananlar olabilir. Ama bu tablonun devlet adına Kürt meselesini ‘yönetenlerin’ bilgisi ve izni dahilinde yaşandığını akıldan çıkarmamak lazım. Bu otuz yıl içinde devlet bölgedeki Kürtlerin mücadele direncini kırmak uğruna, onları bir toplum olarak yozlaştırma gayreti içine girdi ve bunu sistematik olarak uyguladı. Üretilen stratejinin en önemli ayağı ise yoksullaştırma politikasıydı. Son on yılda AKP hükümetleri tarafından durdurulup tersine çevrilmeye çalışılsa ve bu yönde önemli yol alınsa da, örneğin Diyarbakır’da bugün hâlâ yaklaşık 30 bin ailenin günlük ekmeğine muhtaç olduğu hesaplanıyor. Bu ailelere sosyal ve gıda yardımlarının yapılabilmesi için aktif olan belediye şirketleri ise valilik ve yargı işbirliği içinde kapatılabiliyor. Oysa aynı işlevlere sahip şirketler bölge dışındaki kentlerde böyle bir idari ve hukuki sindirme karşısında kalmıyorlar. Kısacası devlet, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu’yu fakirleştirmek, belediye hizmetlerini başarısız kılmak, genç nesilleri ise uyuşturucudan fuhşa uzanan bir yelpaze içinde yozlaştırmak üzere uğraştı ve bu bunu ‘terörle mücadelenin’ parçası olarak sundu.Ancak bu ‘mücadele’ anlayışı Kürt coğrafyasında sadece toplumsal dokunun ahlaki ve sosyal zemininin yozlaştırılmasıyla kalmadı. Devlet, askeri ve polisiyle doğrudan Kürt aileleri hedef alan bir tür ‘kan davası’ yürüttü. Bir şekilde PKK ile bağı oluşan bir aile bireyinin varlığı, o ailenin bir bütün olarak devlet zulmüne ve giderek ahlakı hiçe sayan uygulamalarına muhatap olması için yeterli sayıldı. Böylece ‘terör’ devlet eliyle ailelere nüfuz ettirildi, ailelerin ‘terör’ yanlısı olmaları için her türlü ‘teşvik’ icra edildi ve bunun bedeli de giderek geniş tutulan o aileye ödettirildi.Güneydoğulu bir Kürt’ün veciz ifadesiyle, Kürtler için ‘suç zaten hep hazırdı’... Devlet, suçu doğal ve mümkün kılmış ve onun etrafında suçlu üretmeyi maharet sanmıştı. Ahlaki yozlaşma ise suçun hem kanıksanmasını hem de Kürtlerin aşağılanmasını sağlayarak ‘mücadele’ biçimini meşru kıldı. Yine bir Kürt’ün sözleriyle ‘aslında bu devlet PKK’yı fazlasıyla hak etti...’ e.mahcupyan@zaman.com.tr
↧