Tatil havası ve yaz mevsimine rağmen ülkemizdeki atmosfer, farklı fikirleri, gördüğünüz gerçekleri dile getirmek için her gün biraz daha zorlaştırıyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ifadesiyle herkes ‘tef gibi gerilmiş’ durumda.Ne kadar iyi niyetli olursanız olun, ifade ettiğiniz her söz, olaylara siyah-beyaz bakan kamplardan birinin saldırısına uğruyor. Çizginize, neyi temsil ettiğinize, dün ne dediğinize, meramınızın ne olduğuna bakmaya kimsenin vakti yok. Fesat merkezlerinin veya akılsız taraftarların ürettiği yafta, tetikçilerin eline veriliyor. Kulaktan kulağa, sosyal medyadan özensiz haber sitelerine derken bir anda şahsiyet terörüne maruz kalıyorsunuz.“Türkiye’ye Ortadoğu dersleri” başlıklı son yazı nedeniyle yapılan linç girişiminde bunun nasıl bir şey olduğunu bizzat görmüş oldum. Ortadoğu’yu büyük oranda barış içinde 400 yıl yöneten Osmanlı ile hızlı bir şekilde girip her yerde sıkıntılarla karşı karşıya kalan bugünkü Türkiye’yi karşılaştırmak için “tecrübeli dede” ve “acemi torun” benzetmesine başvurdum. Ama ne fayda bir baktım, haber sitesinin biri Başbakan Erdoğan’a ‘acemi torun’ diye lakap taktığıma hükmetti. Yazıyı okuma zahmetine katlanmadan onlarca site bunu kopyaladı ve kısa sürede sosyal medyadan saldırılar başladı: “Sen ne cüretle Erdoğan’a ‘acemi torun dersin” diyenleri mi, “Kalemini kır” diyenleri mi, hakaret edenleri mi, Zaman aboneliğini bırakmakla tehdit edenleri mi sayayım.Toplum tef gibi gergin olunca ve maalesef bu germe işlemi de matah bir şeymiş gibi siyasilerimiz tarafından elbirliğiyle pompalanınca, karşımıza çıkan bu delilik elbette hiç sürpriz değil. Bu gidişle, ne zaman ve nasıl sakinleşip normalleşeceğiz öngörmek kolay değil. Ama şurası kesin: Bu vaziyet, en üst düzeyde, titizlikle ele alınması gereken, ülkemizin önündeki en ciddi sorun. Tedbir alınmazsa, Allah korusun bu hastalıklı halden Taksim gibi daha çok patlama çıkar.Türkiye’nin Ortadoğu politikasında karşılaştığı ciddi açmazı resmeden ve konuyu bilen insanların çoğunun doğruladığı o yazıdan sonra, bölgeyi en iyi bilen isimlerden birine “Neden böyle oldu, şimdi ne yapmalı?” diye sordum. Yol gösterici olması niyetiyle en önemli tespitlerini paylaşacağım:Uluslararası ilişkilerde karşılıklı saygı ve anlayış esastır. Türkiye’ye bakış son dönemde olumlu şekilde değişse de bölgeye her yaklaşma çabamızda “Acaba yeni Osmanlılık mı depreşiyor?” şeklinde Ortadoğu’da sürekli bir tedirginlik vardı. Bunu bilerek bu bölgede küçük olsun büyük olsun, tüm ülkeleri eşit ülkeler olarak görmeliyiz. Hepsine gereken saygıyı göstermeliyiz. Bölgede herkese eşit ve saygılı yaklaştığımı söylediğim konferanslardan sonra insanlar bana siyasilerin bazı sözlerini hatırlatınca izah etmek güç oluyor. Osmanlı’dan sonra ortaya çıkan ülkelerin sınırları saygıdeğer ve kutsaldır. Biz sadece inançlar, vizyonlar ve görüşler arasındaki sınırları kaldırmaya gayret etmeliyiz.Bölgedeki her ülkedeki tüm farklı taraflar bizi emniyet supabı olarak görmelidir. Bunun için herkese eşit mesafede olmak gerekir. Kendi içinde siyasi ihtilaf yaşayan ülkelerde (Mısır, Suriye, Filistin) veya mezhepsel ayrılık yaşayan ülkelerde (Lübnan, Bahreyn, vb.) biz tutkal görevi üstlenebilirdik. Hâlâ bu mümkün. Ancak bunun için herkesle görüşmemiz ve nezih bir arabulucu olduğumuzu kanıtlamamız lazım. Bunu hayli kaybettik. Bazı Filistinliler, “500 kere Gazze deyip, 5 kere Kudüs demiyorsunuz.” diyor. Fetih ile Hamas arasında taraf tutmak, Iraklı ve Mısırlı gruplar arasında ayrım yapmak Türkiye devletinin politikası olamayacağı gibi, ülke çıkarına da uygun değil.Bölgeye model ihraç eden bir ülke olmadığımızı savunduk ancak model ithal eden ülke de olmamalıyız. Ortadoğu’da tek bir görüşün tüm doğruları belirlediği örneklerin ne gibi sonuçlar doğurduğu apaçık ortada. Ortadoğu politikasına yönelik teşhis ve tavsiyelere sonraki yazıda devam edelim.
↧