Eğer yanlış bilmiyorsam “kestirip atma” bir mesele hakkında kesin kanaate sahip olanların aldığı tavrı ifade için kullanılır.Bu bazen söz ile olur; evet veya hayır der; daha üstüne laf ne söylenir ne söyletir. Sanki her şeyi o biliyor, mutlak doğruyu o temsil ediyordur. Ya da önyargısı, kibri onu bu noktaya sürüklemiştir. Önyargı ve kibrin altında bilgi yatabilir, tecrübe yatabilir, muhataplarının çoluk çocuk olması yatabilir. Hasılı sebepler ne olursa olsun kestirip atan çok tipler vardır bizim aramızda.En son söyleyeceğim cümleyi baştan söyleyeyim; İlahi ahlakı yansıtmıyor bu; çünkü Allah, Allah olmasına rağmen çok yerde kestirip atmıyor. Onun ahlakı ile tahalluk eden ulema da aynı şeyi yapıyor; kestirip atmıyor. Delil mi istersiniz? Buyrun, doğru veya yanlış amelleri beyan sadedinde Allah’ın kullanmış olduğu İlahi üslubu göstermek için sizi ayetler arasında kısa bir gezintiye çıkartayım; ama sadece sonucu söyleyecek, detayını sizin araştırmanıza havale edeceğim.Allah sadece helal ve haramları beyanda bulunurken sözün tam anlamıyla kestirip atar. “Size şu helal kılındı; bu da haram kılındı” der. Ama yapılmasını teşvik ettiği amelleri ifade ederken kullandığı üslup farklıdır Allah’ın. “Allah şunu emreder; Allah şundan razı olur; şöyle yapmanızda bir günah yoktur; böyle yaparsanız size kınama yoktur; şunu yapmanızda hayır vardır.”Aradaki farkı gördünüz değil mi? Teşvik ediyor; bizim hayrımıza olduğunu açıkça beyan ediyor ama Bediüzzaman Hazretleri’nin yaklaşımı ile iradeyi elden alacak zorlama ve baskılar içine girmiyor; iltizama kapı açmıyor. Pekala haram olmayıp yapılmamasını teşvik ettiği amellerde hangi dili kullanıyor? İlkinin tam tersi bir üslup kullanıyor. “Allah bunu yapmanızdan hoşnut olmaz; razı olmaz; şunu yapmanızda hayır yoktur; şunu yaparsanız bunda büyük vebal vardır; Allah bunu yapanları lanet eder; şu iş şeytan işidir..”İlahi ahlaktır bu. Onun içindir ki fukaha içtihada dayalı fıkhi ahkamda aynı dili, aynı üslubu kullanmıştır. Mutlak doğruyu bilen Allah böyle bir dil kullanırsa, içtihatları ile ancak eşbeh bi’l hak yani doğruya en yakın olanı söyleyen müçtehitler nasıl farklı bir dil kullanabilir; şu helal bu haram deyip kestirip atabilirler ki? Onların kullandığı dil ve üslup da şu: “Bunu yapmanızda bir sakınca yoktur; şunun yapılmasını biz istihsan ettik, güzel gördük; maslahata muvafık davranış bu olsa gerek; böyle yapılması bana daha sevimli geliyor vs.” Ve hepsinin sonunda mutlaka ama mutlaka şu cümle vardır: “Allah en iyisini bilendir.”Pekala biz ne yapıyoruz? Kendi ilmi yeterliliğimize, donanımımıza bakmaksızın içtihatlarda bulunuyoruz. Zaten ilk yanlış burada başlıyor. Bizim memlekette kullanılan tabirle “takvim yaprağı ulemaları” olarak piyasada arz-ı dîdâr ediyoruz. Hani Türkçemizde kullanılan “belini kırma” tabiri var ya; tabir caizse “içtihadın belini kırıyoruz.” Hem de hiç çekinmeden. Kahve köşeleri, muhabbet meclisleri, şadırvan sohbetleri böylesi hadiselerin yaşandığı mekanlar olarak karşımıza çıkıyor.İkincisi; duyduğumuz, bildiğimiz veya küçüklükten beri dede-nine, anne-babalarımızdan gördüğümüz şeylere dayanarak farklı olan her şeye tavır alıyor ve hemen hükmümüzü yapıştırıyoruz; yanlış; haram; helal. Orada birisi çıkıp Kur’an ve sünnetten delil sorsa şaşırıp kalacağız ama kimse de bunu sormuyor ve din adına, dindarlık adına nice nice cinayetler işleniyor. Kim bilir evimizde, elimizin altındaki çocuğumuzun dine karşı mesafeli olmasının altında yatan temel nedenlerden birisi de budur.Üslup problemimiz var bizim. Kabul ama benim bu yazıda işaret etmeye çalıştığım husus üslubu da aşan, hatta haddimizi de aşan bir tavırdır. Düzeltilecek o kadar çok şeyimiz var ki bizim?
↧