Ramazan’ın güzel yönlerinden biri de, ayna olup, kendimizle yüzleşmemize fırsat vermesi, bununla beraber bu iç hesaplaşmayı bir rutine çevirme ihtimalinin yüksek oluşu olsa gerek. Evet, hızlı yaşıyor dünya ve giderek de daha da hızlanıyoruz.İletişim hızlanıyor, yaşayış hızlanıyor, ulaşım vs. her şey hızlanmayı marifet sayarak bir koşturmaca peşine düşmüş durumda. Hasarlarımız, defolarımızın büyümesi, yaralarımızı bu yüksek hızda görmek hem zor, hem de tedavi adına çaresizliğe sebep oluyor. Görebilmek ve onarabilmek için daha yavaş, sakin ve dingin olmak gerekiyor.Hiç olmazsa bir ay boyunca yapıp ettiklerimizle yüzleşip, hesaplaşma kapılarını ardına kadar açıyor bu mübarek ay. Elbette sadece hesabı çıkarıp elimize tutuşturarak kapının önüne koymuyor, temizleme, temize çekme ve yenilenme imkanını da büyük bir cömertlikle sunuyor.Sürekli muhasebe duygusuyla yaşanması gerektiğini salık veriyor kutsal metinler. Sürekli olarak istiğfar ve sabrı telkin ediyor ulularımız. Ve hayatın ancak böylece dolu dolu yaşanabileceğinin altını çiziyorlar önemle.Bir tür iç denetleme, büyük hesap öncesi küçük bir ‘demo’ çalışması demek yanlış olmaz zannedersem. Yüzleşme, sorgu ve muhasebenin hiçbir zararının olmayacağı aşikâr. Ele geçen raporun vicdan süzgecinden geçirilip ona göre tekrar rota çizilmesi ise Ramazan’ı anlamlı kılacak ve gayesine uygun değerlendirildiğini gösterecektir sanırım.Kainatın Efendisi (sas) bir keresinde “en büyük mahkemede hesaba çekilmeden önce daha dünyadayken nefsi sık sık sorgulamayı” akıllılık ve mü’minlik emaresi olarak zikrediyor. Keza Hz. Ömer (ra) Efendimiz de, Allah Resûlü’nden işittiği bu hakikati farklı bir üslupla seslendirerek şöyle buyuruyor: “Ahirette hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin. Ötede amelleriniz tartılmadan önce onları burada kendiniz tartın. En büyük arz ve mahkeme için şimdiden gerekli hazırlıklarınızı yapın. Bilin ki, o gün huzura alındığınızda size ait hiçbir şey gizli kalmayacak ve bütün sırlarınız bir bir sayılıp dökülecektir.”Artık bir vird haline getirdiğimiz o meşhur “Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” hadis-i şerifini, Fahr-i Kainat (sas) şöyle detaylandırıyor: “Yataklara girip yatamaz, ağzınıza koyduğunuz lokmayı yutamaz ve bir yudum su içemezdiniz.” Bu ağır yük karşısında bir sahabe efendimiz ise dehşetle şöyle diyor: “Keşke kesilip biçilen bir ağaç olsaydım!”Bunun için önümüzde bittabi şahane bir rol modelimiz var, elbette ki İki Cihan Serveri Efendimiz’den (sas) başkası değil. Hayatın her anını muhasebe ve hesap günü düşüncesine bağlı yaşaması… O (asm), tüm insanlığa yapacağı en mühim ihtar ve ikazları kendine en yakın olanlara yapmış, önce onlara seslenmiştir. Muhterem hocamız bir keresinde bunu şöyle izah ediyor: “Bir gün en uzak daireden başlayıp, en yakın daireye kadar, bütün yakınlarını çağırmıştı. Yemekli olan bu toplantıda akrabalarına, ‘Ey Kâ’b b. Mürreoğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey Abdülmuttaliboğulları!’ diyerek ayrı ayrı seslenmiş ve ‘Nefsinizi Allah’tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam!’ buyurarak herkesin kendinden sorumlu tutulacağını hatırlatmıştı.” Ve ekliyor: “Burada muhasebeye davet edilip uyarılanlar sadece adı geçen kişiler değil, onların şahsında bütün insanlıktır.”Müddessir Sûresi’nin 38. ayeti çok çarpıcıdır; “Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.” Evet, her birimizin nefsi adeta bir rehin mal gibi ipotek altında. İpotekten kurtulma yolları ise belli; çalışıp kazanılacak, kazanılan Allah yolunda sarf edilecek ve nefis ipotek olmaktan kurtaracak.İşte Ramazan böylesi bir imkan, fırsat ve platform olmanın bereketiyle geldi, gidiyor bile.
↧