Ergenekon davası kararlarının açıklandığı günün ertesinde gazetelere topluca bakanlar, bu ülkede basın özgürlüğünün niye olamadığını ve bizzat şikâyetçi gazetecilerin de böyle bir kaygısının olmadığını tespit etmekte zorluk çekmemişlerdir.Ergenekon davası Türkiye'de siyasetin bir savaş alanını ifade ettiğini ve her şeyin stratejik ve faydacı bir biçimde kullanıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Hakların, ilkelerin ve anlamanın dünyasında değiliz... Kavruk dayanışmaların, oportünizmin ve öfkenin dünyasındayız.Ergenekon davasının iki yönü var. Birincisi hükümete karşı apaçık bir darbe girişiminin varlığı, bu uğurda planların yapılmış, cinayetlerin işlenmiş olduğu gerçeğidir. Söz konusu yapılanma Türkiye'deki derin devlet geleneğine uygun olarak darbe anına kadar merkezini oluşturmayan, teamüllere uygun olarak enformel ve formel hiyerarşilerin iç içe geçtiği hareketli bir ağı ifade ediyor. Her dönemin kendine has özellikleri ve komuta kadrosunun niteliği, darbe anındaki merkezin de nasıl oluşacağını belirliyor. Ancak o noktaya gelinceye kadar, bir ortak aklın ve hissiyatın sürüklediği parçalı yapılar söz konusu. Bir yanda (Susurluk olayında mahkemeye bile götürülemeyen) Veli Küçük'ün yönettiği çeteler veya JİTEM gibi, zaten yerleşik olarak faaliyet gösteren teşkilatlar var. Bir başka yanda koordinasyonu sağlayan ve darbenin kalıcılığı ve meşruiyeti açısından gerekli olan askeri kadrolar bulunuyor. Nihayet bir de bu hedefi gerçekleştirecek psikolojik zemini ve toplumsal kabulü üretecek, başta medya olmak üzere sivil unsurlar, ideolojik militanlar ve düpedüz ‘eksik akıllı' hevesliler yer alıyor. Dolayısıyla Ergenekon davasında yargılananların en azından üç farklı grupta toplandıklarını ve bunların her birinin içinde de sorumluluk alma açısından çok farklı işlevler yapmış kişilerin olduğunu idrak etmekte yarar var. Ergenekon davasının ikinci yönü ise tam da bu iç ayrışmayla ilgili, çünkü mahkeme bu ayrımı yapmakta zorlandı veya isteksiz davrandı. Sonuç, farklı suçların ve suçluların suçsuzlarla, ya da suçu kucağında bulmuş olanlarla aynı kaba konulmasıydı. Buna mahkemeye yapılan sürekli saldırıların yarattığı psikolojik ortamda, adil yargılanma hakkının zedelenmesini ima eden bir dizi uygulamanın hayata geçmesi eklendi. Avukatların dosyaya erişimini engelleyen ‘gizlilik' kuralını ve tutuklu yargılama temayülünü de ilave ettiğimizde, ortaya adaletin makro anlamda tecelli ettiği, ama kişilerle doğru gidildikçe sıkıntıya düştüğü bir yargılama süreci çıkıyor.Öte yandan bu olay bir ilk... İlk kez bu ölçekte ve son derece karmaşık ilişkilere dayanan bir darbe teşebbüsü yargılandı. Unutmamak gerek ki darbe girişimi, aynen 27 Mayıs'a giden süreçte olduğu gibi, ‘makbul sayılmayan' partinin iktidara gelmesiyle başlamış ve 2007'de cumhurbaşkanı seçiminin engellenmesi, 2008'deki parti kapatma davalarıyla birlikte üst yargıyı da işin içine sokacak şekilde ısrarla sürdürülmüştü. Darbenin 2004'te gerçekleşmemesinin belki de tek nedeni Hilmi Özkök'ün genelkurmay başkanı olmasıydı...Eğer sadece iddianameye bakarsanız, epeyce sorunlu ve adaleti sağladığı şüpheli bir yargılama süreci tasavvur edebilirsiniz. Ama dava 5 yıl, yüzlerce celse sürdü ve birçok ek kanıt üretirken, daha da önemlisi itirafların sergilenmesini sağladı. Yönetici konumunda gözüken bazı zanlılar birçok delilin gerçekliğini kabul etti. Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi ise daha 2011'in Aralık ayında davanın kuvvetli delillere ve yeterli şüphelere dayandığını söylemişti.Ergenekon siyasi bir davaydı. Nitekim dava süresi boyunca siyaseten engellenmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Mahkeme bu atmosfer altında, ‘siyasi' bir iş yaptığının yükü ve bilinciyle davranmaya zorlandı. Yargıya müdahalenin en yoğun yaşandığı davalardan biri oldu. Bugün davanın siyasi olduğundan şikayet edenler, aslında onu siyasi kılanlar, ille de siyasi olsun diye uğraşanlardır... Nitekim aynı güruh, AKP karşıtlığının tetiklediği ‘sinirli aydınlar' ile koalisyon halinde, bugün olayı siyasallaştırmayı sürdürüyor, Yargıtay üzerinde baskı kurmaya, suçluların affedilmesini bir toplumsal talebe dönüştürmeye çalışıyorlar. Bugünkü itirazlar artık davayı etkilemekten ziyade, gelecekteki siyasi atmosferi kadük etmeyi hedefliyor.Medyanın büyük çoğunluğu bu kapışmada kendisini bir tarafın siyasi militanı haline getirmiş durumda. Basın özgürlüğü söylemini yükseltenlerin büyük bir bölümünün darbecileri ‘koruyup kollaması' ise sadece bir memleket gerçeği.
↧