Türk özel sektörünün bir açmazı var: Parası olan işadamı atılımcı değil; atılımcı olanın da parası yok.Türkiye 2023’te, yani Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecekse ve 500 milyar dolar ihracata ulaşacaksa bu sadece devletin ‘ittirmesiyle’ olmaz. Türkiye’de işadamlarının da bu sürecin içine girmesi gerekir. Ama dedik ya; parası olanın atılımcılığı, atılımcılığı olanın da parası olmayınca işadamlarını sürece sokmak bayağı zor olacak gibi görünüyor. Bu da ilk 10 hedefini riske sokuyor. Evet KOBİ’ler ekonomi açısından önemli; ancak Türkiye’yi bir sonraki ekonomik eşiğe yükseltme sorumluluğunun büyük ölçüde büyük şirketlerimizin omzuna binmesi gerekiyor. Oysa, büyük şirketlerimiz gerek yapıları, gerek liderlik kademesi, gerek üst düzey insan kaynakları açısından bu ‘sorumluluğu’ alacak nitelikte değil henüz.Neden böyle? Bence en temel cevaplar şu:Parası olan işadamlarımızın (yani, kaynakları nispeten büyük şirket ve gruplarımızın), finansçıların daha sık kullandığı deyimiyle ‘risk iştahı’ yetersiz: Bu tür işadamlarımız birer yatırımcı olarak ‘düşük risk düşük getiri’ sınıflamasında yer alan alanlara yönelmek istiyorlar.Yine aynı işadamlarımız / iş ailelerimiz / şirketlerimiz, yeteri kadar ‘sofistike değil’ ve vizyon problemi yaşıyorlar; bu yüzden risk alsalar da ancak gayrimenkul gibi daha harcıalem alanlarda risk alabiliyorlar. Riski yüksek / Ar-Ge yoğun sahalara girmeyi kendilerinden fersah fersah uzakta, uçuk alanlar olarak görüyorlar.Öte yandan Türkiye’de Osmanlı’nın son dönemindeki ‘milli iktisat’ çalışmalarından itibaren gerçek mânâda bir ‘sanayici’ sınıfını yetiştiremediğimizi de fark etmemiz gerekir. Bir tipoloji olarak ‘sanayici’, ‘tüccardan’ daha farklı yapıya sahiptir. Sanayicilikte, profesyonel seviyede insan kaynaklarını yetiştirdiğimiz kesin, ancak işadamı seviyesinde yeteri kadar sayıya sahip ‘sanayici’ kesimi yetiştiremedik. Oysa, geçen 19. yüzyılda Almanlar, 20. yüzyılda Japon ve Koreliler sanayici yetiştirmeyi başardılar.Japonya ve KoreJaponya, sanayileşme sürecini ilk defa 19. yüzyılın sonlarında Meiji döneminde devlet desteği ve yönlendirmesiyle başardı. ‘Meiji restorasyonu’ temelde ilerlemeyi engelleyen askeri (samuray) kesiminin tasfiyesi olarak biliniyor; ülkenin de fakto hakimi olan askeri kesim Japonya’da güçlüydü ancak sadece kendi halkına karşı. Amerikalılar Japonya’yı, limanlarını Amerika’ya açmaya zorladıklarında Samuray’lar ülkelerini ve ülkelerinin onurunu koruyamamışlardı. Ancak, restorasyonun asıl önemli unsuru sanayileşme idi. Zira Japonlar, ekonomik zayıflığın ordunun zayıflığına bunun da ülkenin zayıflığına yol açtığını düşünüyorlardı.Devlet, bu dönemde sanayileşmeyi stratejik olarak tanımladığı tekstil sektörüyle başlattı; örneğin yurtdışından tekstil makinesi ithal edip yerli tüccarlara dağıtmak gibi pek de alışık olunmayan şeyler yaptı. Sanayileşme politikalarına paralel olarak eğitim sistemi reforme edildi. En iyi öğrenciler devlet kademelerine alındı. Kısa sürede ekonomiyle birlikte Japon ordusu da reforme edildi ve güçlendirildi. 1905’te Japonların Rus donanmasını yenmesi Batı basınında, ‘ortaçağlardan beri ilk defa bir doğu gücünün bir batı gücünü yendiği’ şeklinde algılandı.Japon sanayileşmesi, asıl tecrübesini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadı. Yirmi yıl boyunca çeşitli sanayi politikalarını tasarlayıp uygulayan Japonlar 1970’lerin başında dünyanın en büyük ve ileri ekonomileri arasına girdiler. Bu dönemde, Sony gibi firmalar da dünyanın en ileri sektörlerinde dünyanın en büyük firmaları arasında yerlerini aldılar.Güney Kore de 1960’lı yıllardan sonra sanayileşme konusunda Japonya’yı takip etti. Güney Kore’de devlet, özel sektörü önemli sahalara girmesi için hem yönlendirdi hem destekledi. Kore bu politikalarla nereye mi geldi? McKinsel Global Institute’un yayınladığı verilere göre Kore:Hafıza yongaları (DRAM) üretiminde küresel seviyede yüzde 66 pazar payı ile dünya birincisiLCD ekran üretiminde yüzde 51 pay ile dünya birincisiAkıllı telefon pazarında dünya birincisiGemi üretiminde yüzde 51 ile dünya birincisiOtomobil üretiminde 5 milyona yakın araçla dünya beşincisiPetrol rafinasyonunda dünya beşincisiÇelik üretiminde dünya altıncısıÇok önemli bir nokta; yukarıdaki alanlardan bazıları Kore’nin 1960-1970’lerdeki dönüşümünün eseri (çelik, gemicilik, otomobil); bir tanesi 1980’lerdeki dönüşümün eseri (DRAM). İkisi ise 2000’li yılların başındaki dönüşümün eseri (LCD ve akıllı telefonlar). Yani Kore 1960’lardaki politikaların ‘üzerine yatmadı.’ 2000’li yıllarda dahi dönüşümünü devam ettirdi. Nitekim bu dönüşüm sayesinde dünyanın en büyük elektronik firması artık Sony değil Samsung.Ve TürkiyeTürkiye ilk ona girmek için benzer bir dönüşümü yaşayacaksa, özel sektör (özellikle büyük özel sektör), bu dönüşümün ana motoru olmak zorunda. Türkiye için üzücüdür ki, vizyon ve hedefler hâlâ devletten geliyor. Devlet ‘babayiğitleri’ aramaya devam ediyor!Rahmi Koç ve Brooks Brothersİtiraf edeyim benim de Amerika’da yaşadığım dönemden kalan birkaç Brooks Brothers ceketim var. Ama bu artık unutulmuş olan Amerikan markasını Rahmi Koç’un Türkiye’ye getireceğini açıklamasıyla pek de sevinmedim. Bir kere Brooks Brothers’ın bir marka olarak önemi (daha doğrusu önemsizliği) sevinmemi gerektirmiyor. Ama daha önemlisi, Rahmi Koç gibi bir sanayi duayeninden daha ‘temelci’ inisiyatifler bekliyorum. Mesela hiç değilse, Silk and Cashmere, Koton, İpekyol, LC Waikiki gibi Türk markalarını desteklemesini.Koç Grubu tekstilde başarılı olamadı ama Türkiye’yi belli bir ölçüde de olsa yerli otomobille, yerli beyaz eşya ile tanıştıran dev sanayici gruptur. Şimdi bu grubun dünyaca tanınan en yaşlı ve saygıdeğer bireyinin eski bir Amerikan konfeksiyon markasını Türkiye’ye getirmesi beni de, başkalarını da heyecanlandıracağını iddia etsem mizah yaptığım sanılır. O yüzden doğrusunu söyleyeyim; Sayın Koç gibi bir duayenden mesela şunu beklerim ben: 20 tane zehir gibi tasarımcı (adayı) Türk gencini yanına alsın ve bir dünya tasarım markası üretsin. İstanbul Ticaret Odası buna benzer bir çalışmayı başarıyla yürüttü. Rahmi Bey’den ben bunu bekliyorum ama yine dürüst olayım; çağrım daha çok Ali Koç gibi yeni nesil Koç’laradır. Samsung veya LG’nin yaptığını Koç neden yapamasın? Koç Grubu neden Ar-Ge temelli, katma değerli dünya devi markaları ortaya koyamasın? Aynı sorum Sabancı, Eczacıbaşı ve diğer dev gruplarımıza da.
↧