Osman ile Nurdan, piyasada satılan gıdalar hakkında bilgi veren kitaplara merak sararlar. Okudukları kitaplardan bir tanesinde detaylı olarak beyaz ekmeğin zararları hakkında ikna edici açıklamalar vardır.Bir başka kitapta ise buğday temelli tüm gıdalardan insanın uzak durması gerektiği yazılıdır. Amerika’da hocalık yapmış bir Türk profesör, makarna, ekmek, börek ve poğaça gibi yiyeceklerin kesinlikle yenilmemesi gerektiğini kitabında bilimsel nedenleriyle izah etmektedir. Osman ve Nurdan üniversite mezunu iki genç olarak bu kitapları okurlar; üstüne tartışırlar ve ardından gerçekten ekmek, makarna, pizza, börek gibi yiyecekleri kesin olarak yememeye karar verirler. Dışarıda yemek bulmak da zor değildir. Köfteci ya da kebapçıya gittiler mi, pide ve ekmek almadan bir tek et ve salata yiyerek yemek sorununu çözmektedirler. Arkadaşlarıyla pizzacıya gittiklerinde de salata yemektedirler. İş güç koşuşturma derken Nurdan altı ay boyunca memlekete anne-babasının yanına gidemez. Bir hafta sonu eşi Osman’ı İstanbul’da bırakır ve anne-babasının yanına gider. Annesi uzun süredir görmediği kızı için türlü türlü yemekler yapmıştır. Tabii tatlısız, böreksiz, çöreksiz evlat karşılama olur mu? Ama Nurdan annesinin hazırladığı neredeyse hiçbir şeyi yemez. Sebze yemeklerini bile. Üstelik annesi bu yemekleri margarinle değil, sıvı yağla yapmıştır; ama zeytinyağı değil, ayçiçeği yağıyla. Nurdan annesine neden ayçiçeği yağı tüketilmemesi gerektiğini, neden ekmek, poğaça, börek yemediğini anlatır. Annesi hiçbir şey duymamış gibi, “Boş ver kızım bunları, yiyiver şunları.” der. Nurdan ise ilkeli davranır ve kesinlikle ağzına bir lokma dahi almaz. Annesi ile karşılıklı olarak birbirlerine kızarlar. Biri “Niye yemiyorsun?”, diğeri de “Niye zorluyorsun?” diye söylenir. Altı ay sonra gerçekleşen mutlu buluşma, yemek yüzünden çıkan gerilimle hüsrana dönüşür. Akşam Nurdan, Osman’ı arayıp şikâyet eder. “Annem beni hiç anlamıyor; kesinlikle dinlemiyor. Çok eski kafalı ve değişime çok kapalı. Bana o zararlı şeyleri yedirmek için çok uğraştı. Ama direndim, pes etmedim. Tutarlılığımı korudum ve o zararlı şeyleri ağzıma sürmedim. Artık annemlerle anlaşamıyorum. Sanırım onlarla ilişkimizi en aza indirgememiz gerekecek.”Yukarıdaki hikâyede Nurdan kendini yüzde yüz haklı görüyor. Yetişkin bir insan olarak kendi yemek seçimlerini yapmakta hakkı da var. Ama olgunluk; ilkelerimiz pahasına sevdiklerimizi kırmak yerine, onların gönüllerini alacak şekilde geçici tavizler vermek, onların söz ve davranışlarını hoş görmekte. Nurdan, annesiyle çatışmak yerine, yine değişen yemek anlayışını anlatıp daha sonra annesinin hazırladıklarından “annecim ellerine sağlık, bunlar da çok güzel olmuş” deyip hazırlananlardan azar azar yeseydi ne olurdu? Eşiyle 30 yaşına gelinceye kadar zaten yüzlerce kilo makarna, ekmek ya da poğaça yemişti; bu buluşmada annesinin kalbini kırmak yerine az bir şey daha yese ne kaybederdi? Annesiyle yaşadığı çatışma ve gerginlik, ona yemediği yemeklerden daha mı az zarar verdi?Olgunluk, kızdığımız şeyler olduğunda bunları büyütmemektir. Hiddetlenmek yerine durumu beğenmediğimizi ifade edebiliriz. Ama sonuç değişmeyecekse bazen ifade etmeye de gerek yoktur. Olgunluk, her şeyin doğrusunu bilmek değil, hoş görebilmektir. ‘Ben değişmem’ değil, ‘ben gelişirim’ diyen olgundur. Türkiye’nin zor sınavlardan geçtiği bugünlerde hepimizin kalbinin yumuşaklık ve hoşgörüyle dolmasını diliyorum.
↧