İkisinin tek ortak paydası var: Halkı yönetimin uzağında tutmak. Halbuki Ortadoğu’da, halkın adının bile geçmediği tarih artık sona eriyor; asıl sürükleyici güç olarak rol oynayacağı yeni bir dönem başlıyor.Akış bu istikamette. Engelleyenler, sel gibi gelen bu akışın önünde sürüklenip yok olacak. Mısır’da darbecilerin bu kadar kan dökmesinin sebebi bu. Bu kadar zulüm, halkın kararlılığının, darbecilerin de çaresizliğinin eseri değil mi?Bu coğrafyanın son bir asırlık tarihi, halkın yer almadığı bir komplonun eseri. I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, İngiltere’nin Mısır Genel Valisi Mc Mohan Şerif Hüseyin ile anlaşarak bir harita çiziyor. Rusya, bu haritayı öğrenince ortalık karışıyor. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa’nın istihbarat servislerinde görevli Sykes ve Picot isimli iki subay, Mohan’ın haritasının benzeri bir harita yapıyorlar. 1916 yılının Mayıs ayında, Müttefiklerin üzerinde uzlaşma sağladıkları bu harita, bugünün Ortadoğu haritasıdır. Sadece devletler ve sınırlar değil, bu nevzuhur devletleri yöneten monarşi sülaleleri de, bir iki istisna dışında o tarihte yapılan anlaşma ile belirlenmiştir. Masa başında çizilen bu sınırları hayata geçiren asıl faktör ise, Sykes-Picot’nun imzaları kurumadan 10 Haziran’da başlayan Arap ayaklanmasıdır. Mekke Şerifi Hüseyin’in önayak olduğu bu isyanla, birçok Arap kabilesi İngilizlerle aynı safta Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmıştır. Aldıkları ödül, bugünkü sınırlardır. İngilizler, işbirlikçilerini benzin istasyonu tabir edilen petrol yatakları üzerinde kurulan küçük emirliklerin başına getirmiş ve küçük şirket-devletçik benzeri aile mülkleri ortaya çıkmıştır. İngilizler önce, asıl işbirlikçileri Şerif Hüseyin’i yarı yolda bırakıp, onun yerine Osmanlı’ya en uzak duran Suud ailesini devreye sokmuş ve Ortadoğu’yu yukarıdan aşağıya sınırlarla “böl ve yönet” mantığı ile paramparça etmişlerdir. Bu mantığın ne kadar çok işe yaradığını, sadece Kuveyt üzerinden son çeyrek yüzyılda yakalanan gelişmelere bakarak kestirebilirsiniz. Saddam, haritada küçük bir rötuş yapmaya kalktı ve sular hâlâ durulmadı.İslâm dünyasının ciğerini yakan Filistin meselesi, doğrudan Arap isyanının eseridir. General Allenby komutasındaki İngiliz ordusunun sağ-güney kanadını takviye ederek, Suriye cephesinde üç koca Osmanlı ordusunun ağır bir yenilgi almasında en önemli rol Arap isyancılara aittir. Bu taarruz ile Türk ordusu Filistin’den çekilmiş ve Kudüs İngilizlere teslim edilmiştir. Sonraki adım Balfour deklarasyonu ile İsrail devleti ve Filistin sorunu olacaktır. Daha Filistin İngilizlerin eline geçmeden bu deklarasyon ile bir Yahudi devletinin kurulacağı ilan edilmiştir. Tarihi yeniden yazamayız. Yaşananları da yok sayamayız. Açıkça tekrarlayalım. Şayet Şerif Hüseyin’in başında bulunduğu Araplar, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni en zor anında arkadan vurmasaydı, bugün Filistin sorunu diye, bütün Arap dünyasını onursuzluğa mahkum eden bir mesele olmayacaktı.Ürdün’e bakın. Neden böyle bir devlet mevcut? Bu sorunun cevabı, hem bugün var olan sınırların mantığını, hem de ihanetin kalıcı izlerini gösteriyor. Böyle bir devletin varlığına gerekçe olabilecek coğrafî, politik veya tarihî hiçbir temel bulamazsınız. Hikâye şöyle: Hicaz ve Taif bölgesi Suud ailesine teslim edilince, işbirlikçi Şerif Hüseyin ortada kalıyor. Onun oğlu Faysal’a, başına geçebileceği bir devlet bulmak için sağdan soldan kırpılan toprak parçaları ile Ürdün isminde bir devlet icat ediliyor. Bugünün Ürdün kralı, işte bu aileden geliyor.1916’da kurulan “halksız” düzen tam bir asır sonra çöküyor. Suud’un ve diğer benzin istasyonu şeflerinin darbecilere verdiği pervasız destek, kendi saltanatlarını sürdürebilmek için. Nereye kadar? Halkı denklemin dışında tutmak mümkün mü? Mısır’ın meydanları artık mümkün olmadığını bütün dünyaya anlatıyor.
↧